Nasıl bütün mu'cizat-ı enbiya, Kur'ân’ın bir nakş-ı i'cazını göstermiştir; öyle de Kur'ân bütün mu'cizatıyla bir mu'cize-i Ahmediye (asm) olur ve bütün mu'cizat-ı Ahmediye (asm) dahi, Kur'ân’ın bir mu'cizesidir ki, Kur'ân’ın Cenâb-ı Hakk'a karşı nisbetini gösterir ve o nisbetin zuhuruyla herbir kelimesi bir mu'cize olur.
Çünkü o vakit birtek kelime, bir çekirdek gibi bir şecere-i hakaikı manen tazammun edebilir. Hem merkez-i kalb gibi hakikat-ı uzmanın bütün âzasına münasebetdar olabilir. Hem bir ilm-i muhite ve nihayetsiz bir iradeye istinad ettiği için, hurufuyla, heyetiyle, vaziyetiyle, mevkiiyle hadsiz eşyaya bakabilir. İşte şu sırdandır ki; ülema-i ilm-i huruf, Kur'ân’ın bir harfinden bir sahife kadar esrar bulduklarını iddia ederler ve dâvâlarını o fennin ehline isbat ediyorlar.