"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Musibetlerin verdiği mesajları doğru okumak

Ahmet ÖZDEMİR
20 Mayıs 2014, Salı
Hayatta deprem, sel, yağmursuzluk ve yangın gibi pek çok musibetle karşılaşırız. Kâinatta hiçbir şey tesadüfen olmadığına göre musibetlerde de tesadüfe yer yoktur. Bunların da insana bakan pek çok yönü vardır. Allah nimetleri hem “umumî” hem “kişiye özel” gönderdiği gibi; musibetleri de hem “umumî” hem de “kişiye özel” göndermektedir. Kul bu musibetlerden kendine gönderilen mesajları doğru okursa, istikametini kolayca bulur.
Günümüzde pek çok cinayetler işleniyor. Bu cinayetler yüzünden umumî musibetler geliyor. Elbette zalimler zulümlerinin cezasını dünyada olmasa bile ahirette görecekler. Peki, zalimler bunca zulmü işlerken onları seyreden insanların bunda bir hissesi yok mudur?
Bu sorunun cevabını Bediüzzaman şöyle verir: “Umumî musibet, ekseriyetin hatasından ileri gelmesi cihetiyle, ekser nâsın o zalim eşhâsın harekâtına fiilen veya iltizamen veya iltihaken taraftar olmasıyla mânen iştirak eder, musibet-i âmmeye sebebiyet verir.” (Sözler, 158)
Umumî musibetler çoğunluğun hatasından ileri gelir. Çünkü pek çok insan o zalim şahısların hareketlerine fiilen, kalben veya susarak taraftar olmaktadır. Öyle olunca da onun zulmüne ortak olur. Hâlbuki bir Müslüman bir kötülük gördüğü zaman onu eliyle veya diliyle düzeltmeye çalışır/çalışmalı. Bunları yapamadığı zaman da kalben buğz eder.
Dünya üzerinde yaşayan insanların, özellikle ehl-i imanın hangi fiilleri Allah’ın hoşuna gitmiyor? Musibetlerin tabiata, tesadüfe verilmesiyle insanlar müthiş bir ümitsizliğe atılır. Bu insanları işlediği günahlarından dolayı yangın, deprem gibi musibetlerle uyardığını düşünmek doğru olmaz mı?
Bediüzzaman deprem konusundan hareketle şöyle der: “Öyle hâdiseler, bir Hakîm-i Rahîmin emriyle ehl-i imanın fânî malını sadaka hükmüne çevirip, ibka etmektir ve küfrân-ı nimetten gelen günahlara kefârettir. Nasıl ki bir gün gelecek, şu musahhar zemin, yüzünün zîneti olan âsâr-ı beşeriyeyi şirkâlûd, şükürsüz görüp çirkin bulur. Hàlık’ın emriyle büyük bir zelzele ile bütün yüzünü siler, temizler. Allah’ın emriyle, ehl-i şirki Cehenneme döker; ehl-i şükre, ‘Haydi, Cennete buyurun’ der.” (Sözler,157)
Belki bizim musibet gibi gördüğümüz olayların arkasında nice hikmetler saklıdır. O tür olaylar sayesinde müminlerin fânî malı sadaka hükmüne geçmekle ebedîleşir ve işlediği günahlarına da kefaret olur.
Allah bize her gün, hattâ her an sayısız nimetler vermekte ve rahmetler yağdırmaktadır. Nimetlerin ve rahmetlerin fiyatı, şükürdür. Biz şükrü hakkıyla yerine getirebildik mi?
Rahmetin fiyatını şükürle vermediğimiz gibi; zulmümüzle, isyanımızla, işlediğimiz günahlarla gazabı üzerimize çektiğimizin farkında bile değiliz. Yeryüzünde işlenen ve işlenmekte olan zulüm ve tahribat, küfür ve isyan ile insanlık tokada kendini tam layık hale getirdi ve dehşetli tokatlar yedi. Bu tokatlardan insanların elbette bir parça hissesi de olacaktır. Bir hadîs-i şerifte şöyle buyurulur:
“Hattâ deniz dibindeki balıklar dahi günahkâr ve zâlimlerden şekvâ ediyorlar ki, onların yüzünden yağmur kesilir, hattâ bizim de nafakamız azalır.” (Et-Terğib ve’t-Terhib, 1: 281, 3:314)
Bu zamanda öyle günahlar, öyle zulümler işleniyor ki, rahmet istemeye yüzümüz bile kalmıyor. İnsanların işlediği günah ve zulümler yüzünden, masum hayvanlar da azap çekiyorlar. Bir âyet-i kerimede Allah şöyle buyuruyor:
“Öyle musibetten kaçınız ki, geldiği vakit zâlimlere mahsus kalmaz, mâsumlar ve mazlumlar da içinde yanar.” (Enfâl Sûresi, 25)
Bediüzzaman, bu âyeti şöyle yorumlar: “Çünkü, musibet-i âmmeden masumlar harika bir tarzda, yangın içinde selâmette kalsalar, hikmet-i diniye bozulur. Çünkü din bir imtihan, bir tecrübedir. O vakit, Ebu Cehil gibi fenalar, aynen Ebu Bekir-i Sıddık Radıyallahu Anh gibi tasdik ederler. Onun için, musibet-i âmmede mâsumlar da belâ çekerler.” (Emirdağ Lahikası, s. 74)
Umumî musibetten günahsızların harika bir tarzda kurtulmaları, dinin hikmetine uygun düşmez. Çünkü din de imtihan için gönderilmiştir. Onun için, umumî musibette mâsumlar da sıkıntı çekiyorlar. Günümüzde, insanların elde ettiği malı ve yiyecekleri düşünelim. Acaba bunların ne kadarı helâl yoldan kazanılmıştır?
Rızıkta hile, suistimâl, rüşvet ve yolsuzluk gibi günahlar var mı, yok mu?
Sel, deprem, yangın ve yağmursuzluk birer musibettir ve işlenen günahların karşılığında verilen bir azaptır. Bunlarla karşılaşınca yapılacak işleri Bediüzzaman şöyle sıralar:
“Ağlamakla ve hüzün ve kederle, niyaz ve hazinâne yalvarmakla ve pek ciddî nedamet ve tevbe ve istiğfar ile karşılamak ve sünnet-i seniyye dairesinde, bid’alar karışmadan, şeriatın tayin ettiği tarzda dergâh-ı İlâhiyeye iltica etmek ve dua ve o hale mahsus ubudiyetle mukabele etmektir. Hem böyle umumî musibetler, ekser nâsın hatâsından geldiği cihetle, o insanların ekseri (kısm-ı âzamı) tevbe ve nedamet ve istiğfar etmekle def olur.” (Emirdağ Lahikası, s. 75)
İnsanlar, Allah’a kulluğunu hemen hatırlamalı ve gereğini yapmalıdır. Yani ibadetlerini eksiksiz yerine getirmeli, işlediği günahlarına karşılık makbul tevbeler etmeli. Umumî musibetler çoğunluğun hatasından ileri geldiğine göre, çoğunluk pişmanlığını gösterip çabuk tevbe ve istiğfar etmeli.

Okunma Sayısı: 2916
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı