Türkiye tarihî bir seçimi geride bıraktı.
Geçtiğimiz aylarda tüm dünyadan haberciler ve akademisyenler bu süreci takip etti. Stratejik konumu itibariyle önemli bir ülke olmamız sebebiyle bu ilgi son derece normal. Ancak bu seçimi özel kılan bir husus daha vardı. Bu da Türkiye’deki demokratik gerilemenin seçim yoluyla durdurulması ihtimaliydi.
Otokratikleşme olarak da adlandırılan demokratik gerileme (democratic backsliding), siyasi gücün kullanılmasını keyfî ve baskıcı hale getiren ve halkın itiraz ve siyasi katılım alanını otokrasiye doğru kısıtlayan bir rejim değişikliği sürecidir.
Demokratik gerileme görülen devletlerde demokratik kurumlar ve ilkeler giderek işlevsiz hale getirilir, güçler ayrılığı yerini güçler birliğine bırakır ve yaygın medya bağımsızlığını yitirir. Genelde olağanüstü hâl dönemlerinde ve devamında arttığı görülen demokratik gerilemenin en önemi sebepleri; demokrasiye yönelik kamuoyu desteğinin eksikliği, ekonomik eşitsizlik, toplumsal değişimlere karşı kültürel olarak muhafazakâr tepkiler, popülist veya kişiselci politikalardır.
Günümüzde Polonya, Macaristan, Sırbistan ve Türkiye demokratik gerileme görülen ülkelerin başında yer alıyor. Bu ülkelerde demokratik gerilemenin duracağına dair güçlü belirtiler de henüz görülebilmiş değil.
Tam da bu sebeple dünyadaki siyaset bilimciler ve hukukçuların gözleri Türkiye’deki seçimin üzerindeydi.
Acaba Türkiye demokratik gerilemeyi sandıkta durduran ilk ülke olarak mı tarihe geçecekti? Bu seçim siyaset bilimi kitaplarında türünün ilk örneği olarak yıllarca okutulacak mıydı? Ülkeler ve devletleri için adeta çaresi bulunamamış amansız bir hastalık olan bu fenomenin devasını Türkiye mi bulacaktı?
Bu soruların cevabı şimdilik hayır.
Yine de seçime doğru bu bahsettiğimiz ilgi ve beklentinin oluşmuş olmasını göz ardı etmemek gerek. Öyle ya, eğer anketlere ve sosyal değişimlere bakıldığında değişim ihtimali çok uzak görülseydi dışarıda kimse seçimi bu sorularla takip etmezdi.
Aksine, tüm şartlar kendileri aleyhinde olmasına rağmen, Türkiye’nin muhalif siyaset bloğu, Türkiye tarihinde ilk defa demokratik bir ittifak oluşturmayı başardı. Dünya demokrasi tarihinde de nadir gerçekleşen bu ittifakta, yan yana gelmesi zor görünen siyasi partiler demokrasi için mücadele etti.
Bu süreçte Millet İttifakı’nın oy oranı itibariyle en büyük aktörü olan CHP, zor ve gerekli bir değişim geçirerek tabanını bir ölçüde genişletti. Bu İttifak gerginlikten uzak ve kapsayıcı bir üslup tercih ederek başta gençler olmak üzere kitlelerin sempatisini kazandı.
Geçmişteki hatalarından ötürü helallik isteyen bir CHP -artık geri dönülemez bir gerçeklik olarak- ortaya çıktı. Yeri geldiğinde özür dileyebilen bir cumhurbaşkanı adayı ile yola çıkan Millet İttifakı, kendi içinde demokrasiyi işletebilen çok sesli ve meşveret odaklı bir yapı kurdu. Elbette yaptıkları tercihler siyaseten eleştirilebilir ancak en zor dönemlerinde bile bu İttifak demokrasiyi koruma amacını öncelik yaptı ve dağılmadı.
Bu ve benzeri önemli ve tarihî kazanımlar olmasaydı dış dünyada başta bahsettiğimiz heyecan olmayacaktı ve dünyadan akademisyenler seçimi alaka ile izlemeyecekti.
Muhalefet bu seçimi az farkla kaybetmiş olsa da üslup ve yöntemiyle gelecekte üzerine bir demokrasi binası inşa edilebilecek başarılı bir taslak ortaya koydu. Bu sonuç itibariyle seçimden hür dünya da memnun.
Bu sebeple kanaatimizce orta vadede bu seçimin en büyük kaybedenleri Millet İttifakı’nın ülkemize sağladığı bu kazancı önemsiz görenler olacaktır.