Saat sabah 10 civarı. Bahçeye doğru ilerliyorsunuz. Hoş bir sessizlik çökmüş.
Bahçenin az ilerisindeki çardakların gölgeli yerlerinde bir kaç kişi, ellerinde kitaplar, okuyorlar....
Bahçeye binanın gölgesi düşmüş, bu gölgelerde bir kaç bank, üstünde birkaç kişi, ellerinde kitaplar, okuyorlar...
Binanın içine giriyorsunuz. İleride büyükçe bir salon, salondaki kanepelerde yine birkaç kişi, ellerinde kitaplar, okuyorlar...
Binanın üst katına çıkıyorsunuz, merdivende bir genç oturmuş, elinde kitap okuyor.
Merdivenden yukarı kata çıkıyorsunuz, koridorda hafif sıcak bir rüzgâr yüzünüzü okşuyor. Manzaralı bütün camlar açık, balkon gibi olan koridorda camların kenarında yine birkaç kişi var. Ellerinde kitaplar, okuyorlar.
Odalardan birini merak ediyorsunuz, giriyorsunuz, ama merakınız o kadar derin değil. Çünkü az-çok neyle karşılaşacağınızı tahmin ediyorsunuz. Evet, ellerinde kitaplar, okuyorlar.
Saat 12 oluyor, değişen şey konumları oluyor, okudukları yerler güneşin vurduğu yerden gölgelere doğru kayıyor.
Değişmeyen şey: Ellerinde kitaplar, okuyorlar.
Saat öğleden sonra 15 civarını gösteriyor. Ellerinde kitaplar okuyorlar...
Saat 16, saat 21, saat 23 oluyor, namaz kılıyorlar, yemek yiyorlar, sonra? Sonra yine bir hoş sessizlik, sonra ellerinde kitaplar, okuyorlar.
Yatıyorlar, namaza kalkıyorlar, namazdan sonra gün başlıyor:
Saat sabah 10 civarı...
***
Bu arada görüyorsunuz okuyanların yaşları farklı, geldikleri yerler farklı, işleri olanların işleri, öğrenci olanların okulları, bölümleri farklı. Farklı olmayan şey ne ise, anlıyorsunuz, orada onları toplayan şey de aynı. Farklı olmayan şey ne peki? Ellerinde kitaplar... Okuyorlar...
Çoğunluğu genç bu insanları, okudukları kitaplarda “cazibedar hevesat” diye ifade edilen şeylerin çağrısına rağmen, yaz ayının sıcak günlerinde bu çağrının ve tembellik ve rahat meylinin zirve yapmasına rağmen, orada kırmızı kaplı, altın yaldızlı kitapları okumaya getiren şey nasıl bir güçtür, nasıl bir “çağrı”dır, ancak gidip siz de aralarına katılınca ve açıp kırmızı kitapları okuyunca biraz hisseder gibi oluyorsunuz.
Onlar orada sadece okuyorlar, manevî âlemlerde ise neler neler oluyor? Hangi şeytanlar kahroluyor, hangi melekler seviniyorlar, kimbilir? Hangi büyük günahlara karşılık gelen hangi belâlar geri çevriliyor, kim bilir? Hangi ruhlar hayatın anlamını çözüyor, hangileri hayatı verenin rızasını kazanıyor? Kim bilir? Hangi mevcudat, ettikleri ibadetleri şuurla ifade eden tefekkür bahislerini okuyanlara gülümsüyorlar? Kimbilir? Daha bilemediğimiz, yazamayacağımız, yazmaya kalemimizin gücü yetmeyeceği hangi değişimler tetikleniyor kim bilir? Onlar ise ellerinde kitaplar, okuyorlar...
***
Fazla yazdığımı zannediyorsanız, yanılıyorsunuz. Ankara Ayaş’ta Külliyat bitirme programında bir günü en kudretli edebiyatçı bile tasvir edemez ki... Sadece orada geçirdiğimiz bir iki küçük günün güzelim hatırası şu uçucu zamanda şu unutkan akıllarımızdan silinmeden bir not düşeyim istedim. Daha önemlisi ellerinde Risale-i Nurlar ile gün boyu okuyanları ve onlara hizmet edenleri karınca kararınca tebrik edeyim istedim.
Son olarak yine Ayaş taraflarından gelen samimî ve küçük bir ricayı da sonuna ekleyerek bitireyim efendim: Sizi de ellerinizde kitaplar ile okumaya, kâinatın(ızın) rengini değiştirmeye bekliyoruz...