Cenâb-ı Hak, şuur sahiplerini dikkate dâvet ediyor. Verdiği hadsiz nimetlere öyle muazzam lezzetler takmış ve onlara öyle şirin dâvetiyeler hazırlamış ki o dâvete icabet etmemek akıl kârı olmadığı gibi o lezzetler ve nimetler karşısında onu verene teşekkür etmemek de mümkün değildir. Evet, nimetler içerisindeki hadsiz lezzetler ve o lezzetlere karşı müthiş iştiha bir nevi mürşidlik vazifesini ifa eder. İnsanı “kalen ve fiilen şükre irşad eder, şükrü ettirir ve şükür içinde en âlî ve tatlı lezzeti ve zevki ona tattırır. Yani, gösterir ki, şu lezzetli rızık ve nimet, kısa ve muvakkat bir lezzet-i zahiriyesiyle beraber, daimî, hakikî, hadsiz bir lezzeti ve zevki taşıyan iltifat-ı rahmanîyi şükür ile kazandırır.”1
Demek rahmet hazinelerinin sahibi olan ikram ve bolluk sahibi Allah, insana ucu bucağı tayin edilemeyen lezzetli iltifatını düşündürüp bu dünyada dahi Cennetteki baki bir lezzeti tattırır, ta ki insan, Cenneti bu dünyaya nisbet etsin ve mükâfatın yani Cennetin nasıl bir lütuf olduğunu idrak edebilsin. Bu idrakin içinde dahi binlerle lezzet vardır. Evet, O’nu tanıyan zindanda dahi olsa bahtiyardır.
İşte rızık, şükür vasıtasıyla bu kadar kıymetli ve zengin bir hazine olduğu halde şükürsüzlük vasıtasıyla da o kadar kıymetsiz bir hal alır ki tarifi imkânsızdır. Halbuki Cenâb-ı Hak'tan gelen herşey kıymetlidir. Öyle de olmak gerektir. Ancak şükürsüzlük bu kıymeti düşürtür. Kıymetli bir mala kıymetsiz bir paha biçmek ahmaklık olduğu gibi mal sahibinin hiddetini dahi celp ettirir ve cezaya müstehak eder. Şükürsüzlükle, “matbahlarına şakir bir müfettiş, hamit bir nazır-ı âlikadr olan tat alma hissi batın fabrikasının yasakçısı ve mide tavlasının bir kapıcısı derecesine sukut eder.”2
Dipnotlar:
1- 28. Mektup.
2- 28. Mektup.
Hazırlayan: Akif Arslan