Marmara Üniversitesi İlâhiyet Fakültesi hocası ve eski İstanbul İl Müftüsü Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı ‘’Cumhuriyetin kuruluşunda bazı uygulamaları çarpıtan fırsatçılar’ Din yasaklanıyor algısı yaratarak ellerini güçlendirdi’’ 1 demiş. Bu sözler, kanaatimize göre, günümüz ve Diyanet camiasından olan, ilmin izzetini muhafaza ve dinin haysiyetini müdafaa etmekle vazifeli, hem din adamı, hem de ilim adamı sıfatını taşıyan birine yakışmıyor.
Bu ifade tarzı, temsil ettiği camianın tevhid görüşü ve dinî anlayışını yansıtmıyor. Onun içindir ki, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, asrımızın ve çağdaş insanının modern din anlayışına kavuşturulması gerekmektedir.
Bir kere, sayın Çağrıcı’nın ifadesindeki ‘’yaratma’’ ve ‘’yaratıcılık’’ fiili ve hadisesi, yaratılmışların hiçbirine ait olamayacağı gibi, bu kelimeyi telâffûz etmek bile, din ve ilim adamına hiç yakışmıyor. Din adamı algı adamı değildir, ilim adamıdır.
İşte bunun içindir ki, Risale-i Nur belli bir plan ve program dâhilinde bu camianın mensuplarının istifadesine sunularak meslek ve meşreplerini geliştirip arayış ve beklenti içindeki insanların dinî ihtiyaçlarına cevap verebilmelidir. Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri bundan bir asır önce, Risale-i Nurlarla iman esaslarını günümüz insanının çağdaş anlayışına uygun olarak akıl ve ilimle izahını ve ‘’yaratma’’ fiilinin ancak Allah’a ait olduğunu ispat etmiştir. ‘’Bir sene bu risaleleri ve bu dersleri anlayarak ve kabul ederek okuyan, bu zamanın mühim, hakikatli bir âlimi olabilir.’’2 diyor. Cumhuriyet’ten önce 1911 yılında, yani bundan bir asır önce, Risale-i Nur Külliyatı’ndan Muhâkemat’ta ‘’Unsuru’l Akîde’’ kısmında, akılları hayrette bırakan tarzda izah ve ispat yapmıştır. Yine 1921 yılında ‘’Tabiat Risalesi’’ olarak İstanbul’da telif edilen ve Ankara’da kaldığı sırada, tahribatçılığı ve inkârcılığı ortadan kaldırmayı hedef alarak Mesnevî-i Nuriye’de ‘’Hubab’’ ve Zeylü’z’’ eserleri adıyla bastırılmış ve 1933 yılında da Barla’da Yirmi Üçüncü Lem’a adıyla Türkçe olarak telif edilmiştir. Dinsiz ve ehl-i dalâletin birinci dayanak olarak kabul ettikleri; ’’Esbap bu şeyi icat ediyor.’’ İkinci dayanak olarak; ‘’Kendi kendine teşekkül ediyor, oluyor, bitiyor.’’ Ve üçüncü dayanak olarak; ‘’Tabîidir, tabiat iktiza edip icat ediyor.’’4 tezlerini çürütüp, dördüncü hüküm olarak; her şeyin ancak Cenâb-ı Hakk’ın ilim, irade ve kudretiyle yaratılıp yok edilebileceğini ispat etmiştir.
Diğer taraftan, Diyanetin, ‘kayıt dışı dini kayıt altına’ alma ve kontrol etme anlayışı da bugünkü çağdaş din anlayışına uygun değildir. Çünkü insanın mânevî bir fıtratı ve îmânî bir sıfatı vardır. İslâmiyette insanın mânevî fıtratıdır. Çünkü insan bu fıtrat üzerine doğar.
İşte ‘’Hayat-ı içtimâiye-i beşeriyede bir çığır açan, eğer kâinattaki kanun-u fıtrata muvâfık hareket etmezse; hayırlı işlerde ve terakkide muvaffak olamaz. Bu hareketi şer ve tahrip hesabına geçer.’’ 5 İşte bugün bile bu gerçeği kavrayamayan din adamı da olsa ve bilim adamı da olsa ve bu sıfatları taşısa da yanılgıya düşmekten kurtulamıyor. Türkiye’de bir asırdır bu kısır döngüden ve kör yanılgıdan kurtulamadı. İnsanlar fıtratı değiştirmeye zorlandı. Hâlbuki insanların fıtratını değiştirmek yerine, onların yüzleri hayra çevrilse, daha faydalı olur.
Dine müdahale etmek yerine de ‘’doğru İslâmiyet’i ve İslâmiyet’e lâyık doğruluğu ve istikameti gösterirsek’’, 6 bütün sorunlar halolacaktır. Bu da ancak Risale-i Nur’un meslek, meşrep ve metoduyla olabilir. Çünkü zaman bu hizmet tarzını günümüz insanının din anlayışı için elzem hale getirmiştir. ‘’Risale-i Nurdan ders alan, elbette çok masumların kanını ve hukukunu zayî eden fitnelere giremez ve bilhassa tecrübelerle mükerreren akim ve zararlı fitnelere hiçbir cihetle yanaşamaz… Evet, imân, güzel seciyeleri vermekle hem merhamet hissini, hem zarar vermekten sakınma meylini verir.’’7
DİPNOTLAR:
1- 18 Aralık 2016 tarihli Yeni Asya Gazetesi. 2- Lem’alar s. 404. 3- Lem’alar, 106. 4- Lem’alar s. 422. 5- Lem’alar s. 409. 6- Münâzarât s. 192. 7- Tarihçe-i Hayat s. 363.