Bediüzzaman, Kur’ân’ın mütemadiyen akıl yürütme, düşünme, tefekkür, araştırma ve incelemeye yönlendirdiğine dikkat çeker:
“Acaba görülmüyor mu ki, âyetlerin ekser açılışı ve bitiminde insanlığı vicdana havale ve aklın istişaresine hamlettiriyor”…1
Şanı yüce Kur’ân: “Bakmazlar mı?2 Bakınız.3 Onlar hiç düşünmezler mi?4 Hâlâ düşünmez misiniz?..”5
Aslında akıl, anlama, ölçme-değerlendirme aletidir, yoksa, karar verme mekanizması değil. Dolayısıyla akıl da kalbin emrinde olmalıdır. Zira, kalp, duyguların kumandanıdır.
Bediüzzaman, “kalbe ihtar edilen bir hakikat” derken, aklı iptal etmiyor; bilâkis aklı en yüksek seviyede ve en emniyetli bir şekilde kullanma melekesi kazandırıyor. Onu, “akleden kalbin” emrine veriyor, hakiki mecraına oturtuyor. Gözün görebilmesi için güneşe ihtiyaç olduğu gibi, aklın da görebilmesi için, “akleden kalbin” ışığına muhtaç olduğuna dikkat çekiyor.
Teabüdi (ibadete ait) meselelerin de şekil ve prensipleri tartışılmaz, akıl yürüterek bir ilâve veya eksiltme yapılamaz. Ancak, bunların hikmetleri, özellikleri, güzellikleri akıl yürüterek anlaşılabilir, müzakere, mütalâa edilebilir. Böylece yeni bakış ve yaklaşım açıları kazanılır.
Risale-i Nur’un meseleleri, hizmet stratejisi, içtimaî-siyasî meslek ve meşrebi de böyledir; “ihtar edilen” hakikatler manzumesindendirler. Ve bunlar tartışılmaz temel prensipleri, ana kaideleri oluştururlar.
“Aklını karıştırma!” gibi ifadeler; hazık/uzman bir doktor gibi Bediüzzaman’ın ortaya koyduğu reçetenin kritik edilemeden aynen uygulanması gerektiğini vurgulamak içindir. Yani, standardı belirlenmiş meseleler gibidir. Artık, metre, kilo, litre ve benzeri ölçme ve değerlendirme birimleri gibi standartlaşmış hususlardır. Ölçme-değerlendirme birimleri üzerinde akıl yürütmediğimiz gibi, standartlaşmış iman, Kur’ân hakikatleri üzerinde de yürütülemez.
Zaten aklı en yüksek seviyede kullanan Bediüzzaman, Risale-i Nur’lar için; “Bu Kur’ân dersleri dairesi içinde olanlar, allâme ve müçtehidler de olsalar, vazifeleri-ulûm-u îmâniye cihetinde-yalnız yazılan şu Sözlerin şerhleri ve îzahlarıdır veya tanzimleridir. Eğer biri dairemiz içinde nefsin enâniyet-i ilmiyeden aldığı bir his ile, şerh ve îzah hâricinde birşey yazsa, soğuk bir muâraza veya nâkıs bir taklitçilik hükmüne geçer.”6 ifadelerini kullanır.
Dipnotlar:
1- Muhakemat, s. 43. 2- Kur’ân, Gaşiye, 17. 3- Kur’ân Âl-i İmrân, 137. 4- Kur’ân Nisâ, 82. 5- Kur’ân En’âm 80. 6- Mektubat, s. 413.