Aslında Bediüzzaman, “dördüncü devir ücretlilik” ile diğer sosyologlarla birlikte aynı tasnifi yapıyor; beşinci dönemde, ayrılıyor. Onlar, “komün / toplu bir hayat olacak, kişi söz ve mal sahibi olmayacak, devlet olacak” diyordu.
Bediüzzaman, “serbestiyet ve malikiyet devri” diyerek onlardan ayrılır. Ona göre insanlığın son devri, “serbestiyet / hürriyet / hür teşebbüs ve malikiyet” devridir. Evet, insanlık, hürriyete akıyor; hak ve hürriyetleri mücadelesi veriyor. Ve “mülk” sahibi olmak istiyor. Hisse senetleri ve sair antlaşmalarla bir işçi çalıştığı şirketin ortağı olabiliyor.
İşte, “siyasal dindarlar”, insanlığın bu aşamalarını bilemediklerinden “cehalet, fakr ve ihtilâf” dönemini yaşadıklarından, “hürriyetin / demokratlığın imanın özelliği” olduğunu bilmiyor ve hürriyete / demokrasiye, “küfür rejimi” diyerek karşı geliyorlardı.
Hem dini, imanıyla çelişiyor; hem insanlığın geçirdiği sosyolojik aşamalarıyla çatışıyor.
Bugün, “dindar” diye lanse edilen iktidarın, yüzbinlerce dindarı hapse atmasının sebebi, Kemalizmin beşinci devresini, yani, “kişi değil, devlet söz ve mal sahibi olacak, devlet ne derse vatandaş onu yapacak” gaddarane düsturunu uygulama anlamına gelir.
Bediüzzaman, buna binaen dindarların parti kurup, devleti yönetmeye teşebbüsünü istememiştir. Çünkü, dindarlar, “Deccalizmin / Süfyanizmin, sosyalizmin, komünizmin, sekülarizmin” kurguladığı bugünkü siyaset sistemiyle iktidara gelirse onu dönüştüremez, kendisi dönüşür. Neden, dönüştürecek “ilmî, fikrî, içtimaî, siyasî, maddî”, hatta, “dinî / imanî, ahlâkî” altyapısı yoktur. Kendisi dönüşür, değişir.
Tıpkı bugün olduğu gibi. İslâm âleminin neresinde dindarlar iktidarda ise, helâl-haram hassasiyetleri kalmadı, adaleti uygulayamadı, zalim oldu!.. İlaahir…