Türkiye’nin birinci problemi, haberler karartılıyorsa da halen terördür.
İkinci problemi, üretimsizlik, ekonomik kriz, pahalılıktır. Ne var ki, elle tutulur, gözle görülür PKK ve benzeri örgütlerin terörü varken; kimi dindarlar, “canavar siyasetin hezeyanlarıyla” din kardeşlerini, “hain” diye yaftalamaktadırlar. Bu toptancı yaklaşım dehşetli bir “yalan, iftira, su-i zan ve gıybetin” tezahürüdür.
Masumiyet karinesi şudur: “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kimse suçlu sayılamaz.”
Avrupa’nın da “terörist” olarak kabul ettiği PKK’ların çoluk-çocuk, akrabaları sadece akrabalık bağı ile suçlanabilir mi? Sırf bu sebeple kimse onlara “terörist” gözüyle bakamaz, terörist muamelesi yapamaz.
Suçlu kim ise, onu bulup cezalandırmak lazım. Suçluyu cezalandırmak için masumlar yakılmaz. “Nasıl ki, sen bir gemide veya bir hanede bulunsan, seninle beraber dokuz mâsum ile bir câni var. O gemiyi gark ve o haneyi ihrak etmeye çalışan bir adamın ne derece zulmettiğini bilirsin. Ve zalimliğini, semâvâta işittirecek derecede bağıracaksın. Hattâ birtek mâsum, dokuz câni olsa, yine o gemi hiçbir kanun-u adaletle batırılmaz.”1
Bu misali, Bediüzzaman, “insanî sıfatları” için kullanıyor. Yani, bir insanın 9 cani ve bir masum sıfatı varsa bile yine o insan batırılamaz. Hem, “Vela teziru vaziretun vizre uhra/ Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez.” (En’âm Sûresi, 6:164.) âyetine göre davranmak gerekmez mi?
Hz. Ali (ra) -hemen herkes- Hz. Osman’ın (ra) evine girip cinayeti işleyenleri biliyordu. Ama, “kimin öldürdüğünü, kılıcı kimin salladığını” kesin olarak tesbit edemediği için toptan suçlama yapmadı ve cezalandırmadı.
İşte bunun adı, “adalet-i hakikiye, adalet-i mahza, adalet-i tam”dır. Hepsini cezalandırmak zulüm olurdu, adaletsizlik olurdu.
Allah hepimizi muhafaza etsin.
Dipnot:
1-Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, s. 254