Türkiye Cumhuriyeti, 93 senedir “hürriyetçi, adil, meşverete (şûrâ ve meclise) ve hukuka dayalı bir yönetim sistemi arayışında.
Tartışmalar, “parlamenter sistem, başkanlık sistemi” adı altında kıyasıya devam ediyor. Ülke hâlâ baştan ayağa yasaklarla dolu darbeler anayasasıyla, 12 Eylül 1980 darbe-i münafıkane sistemiyle, Kemalizm ile yönetiliyor.
Aslında başkanlık sistemi, biraz da “Darbeler anayasası ve müstebit Kemalist rejimi” gözden kaçırmak ve hükümranlığını devam ettirmek için gündeme getiriliyor.
Bugün yönetim sistemleri bütün yönleriyle ortaya çıkmıştır. Devletlerin kendi yapı ve şartlarına göre idâre edildikleri sistemler birkaç gruba ayrılıyor. Bunlar;
● Krallık/padişahlık (Tek adama bağlı, kişi istibdat ile söz sahibidir)
● Diktatörlük, faşizm, sosyalizm (Zümre istibdadı)
● Cumhuriyet, meşrûtiyet, demokrasi (halkın, çoğunluğu, şûrâ, meclise gücüne dayalı) rejimlerdir. “Demokrasi, dünyadaki bütün üye veya vatandaşların, organizasyon veya devlet politikasını şekillendirmede eşit hakka sahip olduğu bir tür yönetim biçimidir.” Çerçevesinde şu tanımlamalar yapılır:
● Çoğunluğun yönetimi.
● Azınlık haklarını güvenceye alan yönetim;
● Sosyal eşitsizliği yok etmeye çabalayan yönetim;
● Fırsat eşitliği sağlamaya çalışan yönetim;
● Kamu hizmetinde bulunmak için halkın desteğine dayanan yönetim.
Artık şahısların tek hakim olduğu eski dönemlerde değiliz. İlimde, teknikte, buluş ile keşiflerde, ticarette zaman cemaat zamanıdır. Şahıslar dahi de olsalar, bu zamanda başarılı olamazlar.
O halde bize de şahıs, başkanlık değil, hürriyetçi, âdil, meşverete (çoğunluğa, meclise, şûrâya) dayalı sistem lâzımdır. Böyle bir sistemin altyapısı kurulduktan sonra bunun adı önemli değil: Cumhurbaşkanlık, başkanlık yarı başkanlık, tam başkanlık, hatta padişahlık, krallık…
Nitekim; demokrasinin tam işlediği, adalet, meşveret, emniyet/güven ve hukuk sisteminin yerleştiği bazı Batılı ülkelerin adı krallıktır: İngiltere, İspanya, Hollanda, Belçika…