Eski zamanda insanlar, dervişler, şeyhler, müridler “tasavvuf ve tarikat” metodlarıyla çilehâne-uzlethâne, mağara gibi sakin mekânlar seçerek; İlâhî zikirle meşgul olup kalb ve lâtifelerini işleterek, dâima Cenâb-ı Hakkın huzûrunda olur; tam bir huzûr ve mutluluk elde ederlerdi.
Ancak, günümüzün ağır şartları, zamanın elverişsizliği bu metodu imkânsızlaştırmadıysa da fevkalâde zorlaştırmıştır. Koca dünyamız, küçük bir köy hükmüne geçmiş. Bir ağ gibi dünyayı saran harika kitle iletişim vasıtaları; herkesi peşinde koşturup “uzlet” imkânlarından mahrûm ediyor. Bediüzzaman; günümüz şartlarında; tarikat berzahına girmeden zahirden hakikate geçişi; feyz almanın kısa ve güvenli yolununu açarak bu açmazımızı halletmiş.
Şöyle ki:
İçinde yaşadığımız dünya cennetine çevirebileceğimiz evimiz, sokağımız, caddemiz, bağımız-bahçemiz, fabrika ve iş yerimizi; bindiğimiz ulaşım vasıtalarını; havasını doya doya soluduğumuz kırları; sofralarımızı “modern çilehâne ve uzlethâneye” dönüştürmüştür.
Her şeyin üstündeki Allah’ın kudret damgasını; terbiye mührünü ve kaleminin nakışlarını görmekle, doğrudan doğruya her şeyden O’nun nûruna karşı bir pencere açıp, O’nun birliğine ve her şeyin O’nun kudret elinden çıktığına ve İlâhlığında ve Rubûbiyetinde (her şeyi terbiye etmesinde) ve mülkünde hiçbir şekilde, hiçbir ortağı, yardımcısı, olmadığını görür gibi kesin bir bilgiyle tasdik edip imân getirmektir. (Sözler, s. 263.)