Allah muhafaza yılan veya akrepler içeri girmiş! Ne yaparız? Çığlık çığlığa koşuşturur, kesici, kırıcı ne alet bulursak alır; kapıyı kırar, odanın altını üstüne getiririz yılanın ve akreplerin başını ezmek için…
Hemen ambulansı çağırır, çocuğumuzu hastaneye yetiştiririz. Yalan değil, şaka değil; çocuklarımızın odasını puton, çıngıraklı yılanlar, akrepli cep telefonları, TV kanalları, internet, istilâ etmiş! Nerede imdat isteyen feryatlarımız, nerede çığlıklarımız? Nerede panzehir, nerede hakikat baltası, nerede aşı? Nerede berahin-i katıadan oluşan kılıçlarımız?
Nerede doktor, nerede ambulans! Nerede Hastahane-i Seyyare Hastalar Risalesi, nerede nerede Gençlik Rehberi karantinası? Bu ne vurdumduymazlık, bu ne nemelâzımcılık, bu ne duyarsızlık, bu ne hissizlik?
“Evet, günah kalbe işleyip, siyahlandıra siyahlandıra, tâ nur-u imanı çıkarıncaya kadar katılaştırıyor. Herbir günah içinde küfre gidecek bir yol var. O günah, istiğfarla çabuk imha edilmezse, kurt değil, belki küçük bir mânevî yılan olarak kalbi ısırıyor.” (Bediüzzaman, Lem’alar, s. 15)
Kendimiz veya çocuğumuz sancılar içinde kıvranıyor! Hastaneye yetiştik, yetiştirdik.
Doktorlar, hemşireler sohbet ediyor, gülüyor, eğleniyor! Ve bize bakmıyorlar! Biz kıvrım kıvrım kıvranıyoruz; yine aldırmıyorlar!
Ne yaparız? Önce dilimizden geleni söyleriz, “İnsafsızlar, vicdansızlar!” diye bağırırız!
Sonra elimizden geleni yaparız! Etkililere, yetkililere, başhekime koşarız! Olmadı, şikâyet ederiz! Olmadı, peşini bırakmayız!
“Komşularımız, akrabalarımız, arkadaşlarımız, dostlarımız çoluk-çocuk vesvese ve şüpheler içinde kıvranıyor!”
“Şeytandan, nefsimizden, içimizden-dışımızdan” gelen sorular bizi kıvrandırıyor.
Biz doktoruz!
Risale-i Nur ilâçları, özellikle Hastalar, Tabiat, Gençlik Risaleleri edviyeleri yanımızda.
İmdat çığlıkları kulaklarımızda yankılanıyor! Ama, duymazlıktan geliyoruz!