Günümüzde zulümler, haksızlıklar katmerlenerek yaygınlaşıyor.
Ne var ki, kimi zaman zulme rıza gösterir, kimi zaman zalimi alkışlar, kimi zaman mazlûmun, zulme uğradığını bile bile dehşetli zulümlere alkış tutup “Oh olsun, hak etti!” deriz.
Halbuki, zalimin zulmüne “Dur!” demek, “mazlûmun hakkını korumak, haksızlığa karşı gelmek, adil davranmak ve karar vermek” hepimizin insanî, vicdanî, dinî borcumuzdur.
O zaman neden böyle davranıyoruz, neden mazlûmun zulme maruz kaldığını bile bile, “Oh olsun, hak etti!” diyoruz? Bunun kalbî, hissî boyutları nedir?
Psikolojinin alanına giren ma’rifetün-nefsi/nefis terbiyesi, yani, “müsbet-menfi nefsin hallerini, bütün duyguların terbiyesini” tahlil edip eğiten, terbiye eden Bediüzzaman teşhisi şöyle koyuyor: “Ye’s ve sû’-i zandan neş’et eden zaaf-ı kalb (ümitsizlik ve başkaları hakkında kötü düşünmekten doğan kalbin inanç bakımından zayıflığı), mazlûmun, zalim’in darbelerinden, mütevali alâmından in’ikas eden teellümatını (aralıksız devam eden üzüntülerinden yansıyan elemlerini, acılarını, kederlerini) kendi vicdanından izale (yok etmek) için; mazlûmun istihkakını (hak ettiğini) arzu edip bahaneler bulur, “müstehaktır” der. Sefil (perişan, düşkün, yoksul, fakir), güneş vermezse; gölge edip manen zulme de yardım etmesin.” 1
Bu cümlelerden şu çıkarımları yapabiliriz:
- Bu işler düzelmez, düzelmeyecek, bu zulümler bitmez, bitmeyecek deyip ye’se, ümitsizliğe düşen kişide…
- Başkaları hakkında su-i zanda bulunup, yani, “o zaten şöyle kötüdür, şöyle şöyle zaafları var” diyen kişide zaaf-ı kalb vardır. Yani, zaaf-ı kalb, inanç bakımından zayıflığı vardır.
- Zalimin mazlûma yaptığı zulümlerden de devamlı, sürekli üzülüyor, elemler duyuyor, keder ve acılara boğuluyor.
- Zalimin zulümlerinden yansıyan elemleri, acıları, kederleri yok etmek için (çünkü vicdanı onu devamlı tazip ediyor, azap içinde bırakıyor) “Oh olsun, zaten buna müstahaktır, hak etti!” deyip kendisini rahatlatmaya çalışıyor!
Evet, insanların hata ve kusurları vardır. Bu hata ve kusurlarının karşılığı zulme maruz kalmak değildir. Meselâ, zulme maruz kalan masum için-maruz kaldığı zulümden dolayı masum için-, “Zaten cahilin teki veya geçende onun şöyle bir kusurunu gördüm, bir hatalı davranışına şahit oldum, zaten bunlar sadeleştirmeci değil mi, zaten rüşvet yiyor?...” deyip su-i zanlarımızı bahane edip ona yapılan zulmü hoş göremeyiz.
O kusur ve hatalarının cezası başkadır, zulme maruz kalmak, hapse atılmak, malının elinden alınması değildir.
Kim olursa olsun, hangi inançta ve düşünceye sahip olursa olsun, hangi kusur ve hataları işlerse işlesin, hangi zaafları bulunursa bulunsun; bir meselede masum ise ve o meselede zulme uğramışsa, onun hakkını savunmak Adil ve Hak ve Rahim isimlerinin gereği olarak vazifemizdir!
Dipnot:
1- Eski Said Dönem Eserleri, Yeni Asya Neşriyat, Aralık 2017, s. 453.