Her şeye rağmen cemaat ve tarikatlar veya ehl-i hâmiyet, münferîd olarak da, müstebit devlet yapılanmasına rağmen -çünkü devlet onları illegal sayıyordu- İslâmî faaliyet ve çalışmalarını sürdürüyordu.
1950’de gelen kısmî hürriyet ve demokrasi anlayışı ile ezân minârelerden işitilmeye, imam-hatip okulları açılmaya, tekke, zâviye ve medrese ehli rahat bir nefes almaya başladı.
1950’ler, halkın demokrasi, din ve vicdân hürriyeti ile nefeslenmeye başladığı ilk yıllar. 1970’ler, mânevî ilimlerde yetişen nesillerin teşkilâtlanmaya gittiği bereketli seneler. 1990’lar ise, gözle görülür hizmetlerin ifâ edildiği devreler.
Resmî ideolojinin çeşitli baskı, inkıraz, darbe ve engellemelerine rağmen, gönüllü kuruluşlar, ülkemizin daha ileriye gitmesi, imân, ahlâk, ilim, teknik, eğitim, sağlık, insan hakları, dış meseleler gibi konularda kültür hayatımıza büyük, kalıcı, geniş, unutulmaz hizmetler verdikleri, vermeye de devam ettikleri muhakkak.
Her şeye rağmen, “himmetlerini şahsî menfaatlerine hasretmeyen” bu tarikat ve cemaatler, TV, gazete, dergi, kitap gibi binlerce süreli ve süresiz yayınlarla, video gibi görüntülü ve sesli kasetleriyle, seminer ve konferanslarla, çeşitli ilmî toplantı ve sohbetlerle; ilim tahsil edenlere burs, aynî, nakdî ve barınma yardımlarıyla hizmetlerini dev boyutlara ulaştırmışlar.
Ülkemiz, kronikleşmiş anayasa, demokratikleşme, insan hakları, terör, özelleştirme, eğitim, sağlık gibi hafife alınmayacak temel problemlerle cedelleşiyor. Hiç şüphesiz ki, bu, cemaatlerin yardım, katkı, tasdik ve tasvibini almadan aşılamaz.
Dağ gibi yığılmış meselelerini halletmek isteyen, mutlaka halka ve onların gönülden bağlı olduğu tarikat ve cemaatlere dayanmak ve onları dinlemek zorunda.
21. yüzyılın ilk basamaklarında gündemin belirlenmesinde, problemlerin teşhis, tesbit ve tedbirinde, tarikat ve cemaatlerin rolünün çok daha tesirli olacağı şüphesizdir.
Sosyolog Prof. Dr. Nur Vergin, “Din en güçlü kimlik belirleyici unsurlardan birisidir. Hiçbir siyasî rejim, dinî cemaatlere karşı cephe alarak, onları dışlayarak kalıcı olmayı başaramamıştır” diyerek önemlerini vurgular.
Cemaatler, vakıf ve dernekler, Türkiye’nin sosyo-politik hayatında artık beşinci bir kuvvet. Acaba, sistem ve devlet olarak da bunun farkında mıyız?