Kanaat ve irademizin kaynağını maddelere dökersek şöyle bir tablo ile karşılaşırız:
Kâinatı, nesneleri, objeleri, hâdiseleri duyular vasıtasıyla algılar, duygularla yoğurarak çeşitli “bilgiler” elde ederiz.
Sonra bilgilerimizi tefekkürle besler, sular; zihnin kademelerindeki teknelerde hamur gibi yoğurur, sentez yapar ve şekillendirerek “düşünce”lerimizi oluştururuz. Ardından bunları da geliştirerek “kanaat”lerimizi teşekkül ettiririz.
Kanaatlerimizi, bilgi-akıl, kalb, vicdan kapasitemize göre ölçer, biçer, tahlil eder ve “inanç”larımızı oluştururuz.
Böylece imân duyulardan duygulara, oradan his ve lâtifelere, “tahayyül, tasavvur, taakkul, tasdik, iz’an, iltizam”dan geçerek en nihayet bir senteze, ondan da kesin bilgiye ulaştığında da “itikad” hâline gelir. İstidadlarımızı geliştirmek; kabiliyetlerimizi ortaya çıkarmak yaratılış sırrını çözmek; çalışmak, üretmek gibi fiiller düşünce ve irâdemizin eseridir.
İrâde ise; karakterimizin mahsûlüdür. Karakter ile irâde ise kabiliyetle istidadlarımızın neticesidir. İstidat (potansiyel yetenek) ve kabiliyetlerimizi inkişâf ettiren de imânımızdır. Sonra ibadet gelir, “İşte, böyle bir insanın o yüksek ruhunu inbisat ettiren, ibadettir. İstidatlarını inkişaf ettiren, ibadettir. Meyillerini temyiz ve tenzih ettiren, ibadettir. Emellerini tahakkuk ettiren, ibadettir. Fikirlerini tevsi’ ve intizam altına alan, ibadettir.” (İşâratü’l Î’caz)