Evet, “Fitne ve fesadın kanlı elinin bizi ayırmaması için ehl-i iman olarak hepimiz “tevhid ve vahdette” birleşmeliyiz. Ancak, “tevhid ve vahdetin” Esma-i Hüsna dayanaklarını talim ederek, yani, Esma ahlâkı; şefkat, muhabbet, ihlâs, uhuvvet, diğergamlık, paylaşmak, yardımlaşmak, fedakârlık, vs.,vs., gibi güzel hasletlerle bezenerek ciddî, halis, kalıcı kucaklaşmayı, kaynaşmayı gerçekleştirmek zorunda değil miyiz? Bu millet bizim, bu insanlar bizim, bu vatan bizim, bunlar hepimizin…
Muhterem hocam, sizin şahsınızda bütün hocalarıma, bütün İlahiyatçılara, bütün ilim, fikir erbabına çağrımızı; dikkatimizi çeken hususa dikkatinizi çekerek yapalım:
Bildiğiniz gibi, Bediüzzaman Said Nursî, Risale-i Nur’da, her meseleyi olduğu gibi, “tevhid ve vahdeti” bütün boyutlarıyla Esma-i Hüsna’ya dayandırarak ele almış; akıl, kalp, vicdan, sair lâtife ve duygularımızı mutmain edecek tarzda izah ve ispat etmiştir.
Ve, yalnızca “Açız, yemek yememiz lâzım, hastayız tedavi olmamız gerekir, yangın var, ateşi söndürmemiz gerekir!” diye dâvâ etmez (iddia edip çağrı yapmaz). Risale-i Nur, dâvâ içinde bürhan olduğundan, yukarıdaki örnekte anlatmaya çalıştığımız gibi, kâinat tarlasında, Kur’ân eczahanesinde ve itfaiyesinde “gıda üretim ile yemek hazırlama; ilâç ile tedavi etme, yangını söndürmenin”, manevî, ilmî, aklî, mantıkî formüllerini verir.
Muhterem Hocam; bunu teyit eden şu ifadeler zât-ı âlinize aittir:
“Modern zamanlarda iman hakikatlerini anlatmak ve insanın anlayabileceği bir dil ve üslûp ile anlaşılabilir kılmak güçleşmiştir. Kur’ân’ın âyetlerini Kâinatın âyetleri ile yoğurmalı din ile müsbet ilmi telif etmek başka bir ifade ile müsbet ilim dediğimiz şeyler İlâhî kanunların bir parçası olduğunu anlatmak, akıl ile vahiy arasına gerilen perdeleri kaldırmak herkesin kârı değildir. İşte iman tarihimizin en zor zamanlarında Risale-i Nur bunu gerçekleştirmiştir. Hem de milletimizin bir değeri olarak ortaya çıkmıştır.” (İrfanmektebi.com 16 Eylül 2011.)
Bu hakikati kavramış Diyanet İşleri Başkanlığı olarak büyük bir hizmete de imza attınız; Risale-i Nur Külliyatı’ndan İşaratü’l-İcaz’ı bastırarak…
Şimdi de, “tevhid ve vahdet” (birlik ve beraberlik, milletin ve ülkenin bölünmez bütünlüğü) için ferd, aile, toplum, İslâm âlemi ve insanlığın bütün problemlerini çözen, “Ey insanlar kardeş olunuz!” hakikatini ve formüllerini ortaya koyan İhlâs, Uhuvvet Risaleleri, Hutbe-i Şamiye, Divan-ı Harb-i Örfi ve Münâzarât’ı yüz binlerce bastırmalısınız.
Başta Doğu ve Günaydoğu Anadolu olmak üzere Diyanetçilere, din görevlilerine, memurlara, fert, fert herkese dağıtmalısınız. Bu kifayet etmez!
Cami kürsülerinden, Diyanet TV kanalından anlatmalısınız. Bu yetmez!
Sohbet, seminer, konferans, panel ve açıkoturumlar düzenlemelisiniz.
Evet, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yüz bini aşkın imam-hatip, vaiz, memur, ilim adamı, araştırma merkezleri görevlisi, vakıf mensubu, kendi aralarında “tevhid ve vahdet-i hakikiyi”, İttihad-ı İslâm’ı, uhuvveti, tesanüdü gerçekleştirseler ülkemizin rengi bir senede değişmez mi? “Tevhid ve vahdet” nümune-i imtisal olmaz mısınız? Ayrılık tohumları ekenlere “Ye’cüc, Me’cüc”e (çağdaş fesat şebekesi teröristlere, PKK’ya, IŞİD’e) bir “Sedd-i Zülkarneyn” olmaz mısınız?