İnsanlığın yapısına yabânî/aykırı edep; kahramanlık noktasında hakperest davranmaz, davranamaz. Zalim insanlığın gaddarlıklarını alkışlamakla kuvvetperestlik hissini telkin eder.
Güzellik ve aşk noktasında da “gerçek aşkı” bilmez. Nefislere, yüklü bir şehveti zerkeder/şiringa eder. Gerçiği tasvir maddesinde ise, kâinata İlâhî sanat sûretinde bakmaz, onu bir Rahmânî boya sûretinde göremez. Belki tabiat noktasında (kendi kendine, tesadüfen veya sebepler tarafından icad edilmiş şekilde) tutar, tasvir eder. O onlayışa girince de ona saplanır; çıkamaz. Onun için telkin ettiği şey, “tabiat aşkı” olur. Böylece maddeperestlik hissini/duygusunu kalbe de yerleştirir. Bundan ucuz yoldan kurtulamaz. Yani, solan, biten, tükenen, zevale giden madde; onu öyle yaralar ki, o yaraları ucuza tamir edemez!
Bu sapıtmış anlayıştan/bakış açısından doğan ruhun ızdıraplarını o edebsizlenmiş edeb uyuşturur ve uyutur; gerçek fayda vermez. Buna karşılık bulduğu tek bir ilâcı da romanlarıymış. O roman da, kitap gibi bir canlı ölü, sinema gibi hareketli ölüler, ölümler. Oysa, ölü, hayat veremez.
Bunun yanında, tiyatro gibi tenâsuhvâri/tekrar doğuş, ruhların tekrar bir başka bedende görünmesi gibi, “geçmiş” denilen geniş kabrin hortlaklarını getirir. İşte batı edebiyatı; roman, tiyatro ve hayali sinema ile, haya perdesini yırtarak her şeyi aleniyete dökmüş utanmadan.
İnsanlığın ağzına yalancı bir dil koymuş, hem insanın yüzüne fâsık/hata ve günahı alenen işleyen bir göz takmış, dünyaya bir âlûfte fistanını giydirmiş; hüsn-ü mücerred/soyut güzelliği tanımaz. Mesela, güneşi gösterirse; sarı saçlı güzel bir aktristi hatırlatır okuyucuya. Zâhiren/görünüşte, güya, “Sefâhet fenadır, insanlara yakışmaz” der; sonunda meydana gelecek zararlı sonucu gösterir. Halbuki, bunu yaparken; sefâheti/bayağılığı öyle teşvik ve tasvir eder ki, ağız suyunu akıtır. O durumda da, akıl hâkim kalamaz. (Hisler aklı dinlemez, sefahet ve bataklığa yuvarlanır, duygular tamamen dumura uğrar. Çoğu zaman, duygular akla hakim olur.)
Aynı zamanda iştihları kabartır, hevesi/arzuyu heyecana/harekete geçirir; his/duygu daha söz dinlemez.