Hakikat mesleği, tasavvuf/tarikatvarî bir metodla değil, tarikat berzahına girmeden zahirden hakikate geçip; feyz almanın kısa ve güvenli yoludur.(1)
Yani, kalbin kumandanlığında, akıl, vicdan hakemliğinde gözlem ve sezgilere de dayanarak gerçeklere ulaşılır.
Metodu, iman esaslarını ispat ile izah etmek ve taklidî imânı tahkikî imâna çevirerek imânı kuvvetlendirmek, imânı takviye etmek, imânı kurtarmaktır.2 Bu yol gayba iman cihetinde, vahiy sırrının feyziyle, bürhanî (delillere dayalı) ve Kur’ânî bir tarzda akıl ve kalbin imtizacıyla (birleşmesiyle), hakkalyakin derecesinde bir kuvvetle zaruret ve bedâhet derecesine gelen bir ilmelyakinle (ilimle kesin bilme derecesinde) iman hakikatlerini tasdik etmektir. Risaletü’n-Nur’un esası, mayası, temeli, ruhu, hakikati3 budur.
Bu tür imân yalnız kuru bir bilgi/ilimle değil, yüksek bir tefekkür ile elde edilebilir. Yani, akıl, ilim, fikir, araştırma, tahkik, tetkik, inceleme, gözlem, müşahede, sentez ve muhâkeme ile elde edilir.
Her şeyi Allah’a dayandırmakla beraber, her şeyin üstünde bulunan Ulûhiyetin (İlâhlığın, yaratıcılığın) mühürlerini, Rubûbiyetinin damgalarını ve kaleminin ince nakışlarını (yani atomdan kainat sayfasına kadar her varlığın ayrı bir şekil, desende oluşunu); O’nun sonsuz isim ve sıfatlarını bu yansımalarda okuyarak bilmek, tanımak, kabul etmek, inanmaktır. Aynı şekilde, sair iman esaslarını da araştırıp, düşünüp, tefekkür süzgecinden geçirdikten sonra kabul etmektir. Taktir edileceği gibi iman, yalnızca “İnanıyorum!” sözünden ibaret değil. İnanmak ayrıdır, imanın şuuruna vararak onu özümseyerek, bütün hücrelerine işleyerek gereklerini yerine getirmek ayrıdır.
Tahkiki imanın mertebeleri, “ilmel-yakîn (ilim seviyesinde), aynel-yakîn (gözlem, müşahede seviyesinde), hakkelyakîn (tecrübe ve yaşama seviyesinde)” şeklindedir.
Tabiî ki, bu seyr i sülük, vahyin ışığında devam eder. Zira, göz güneş olmaksızın göremediği gibi, kalb ve akıl da vahyin nuru olmaksızın ham-hakikati göremez. Hakikat mesleği, yani, tahkikî iman yolu, vahiy sırrının feyziyle, delillere dayanarak ve Kur’ânî metodu, yani ispat ve tahkike dayalı bir tarzda akıl ve kalbin birleşmesiyle, hakkalyakin (bizzat içine girerek, yaşayarak anlama) derecesinde bir kuvvetle zaruret ve apaçık dereceye gelen bir ilmelyakinle iman hakikatlerini tasdik etmektir.
Bu tür seyr ü süluk (manevî seyahat ve gözlem) yalnız kuru bir bilgi/ilimle değil, yüksek bir tefekkürle yapılır. Bir yemek mideye, muhtelif sinirlere girip taksim edilip tevzi olunuyor. İlimle gelen iman akıl midesine girdikten sonra, derecesine göre ruh, kalp, sır, nefis ve hakeza, lâtifeleri kendine göre birer hisse alır, emer. Eğer onların hissesi olmazsa böyle bir iman noksandır.
Dipnotlar:
1- Mektûbât, s. 26.
2- Sözler, s. 705.
3- Kastamonu Lâhikası, Yeni Asya Neşriyat, Mart 2007, s. 38.