İnsanlar idealisttirler, dâvâ adamıdırlar, fedakârdırlar.
İktidar olurlar, bir iki sene bu ideallerini sürdürmeye çalışırlar. Sonra gücün çekimine kapılırlar. Bu güç, hubb-u cah, koltuk, para, korku, tama (mala karşı açgözlülük), asabiyet-i cahiliye damarı (milliyetçilik), enaniyet (benlik, kibirlilik vs.) ve dünyanın cazibedar şeylerinin çekimidir bu.
Sonra bu güce, bunca desiselere, tuzaklara bağımlı hale gelirler. Sonra her istediklerini yaptırırlar. Uyuşturucu bağımlılığı gibidir. Yapmazsan krizlere girerler. Sonra, en sonunda bu güç tarafından yok edilirler!
Bugün dönen dolaplar da aynı şeylerdir.
İşte Bediüzzaman şu cümlelerle bunu teşhis etmiştir: “Ey ehl-i hak olan Ehl-i Sünnet ve Cemaat! Ve ey Âl-i Beytin muhabbetini meslek ittihaz eden Alevîler! Çabuk bu mânâsız ve hakikatsiz, haksız, zararlı olan nizâı aranızdan kaldırınız. Yoksa, şimdiki kuvvetli bir surette hükmeyleyen zındıka cereyanı, birinizi diğeri aleyhinde âlet edip, ezmesinde istimal edecek. Bunu mağlûp ettikten sonra, o âleti de kıracak. Siz ehl-i tevhid olduğunuzdan, uhuvveti ve ittihadı emreden yüzer esaslı rabıta-i kudsiye mâbeyninizde varken, iftirakı iktiza eden cüz’î meseleleri bırakmak elzemdir.”1
Öte yandan;
- Zulme seyirci kalamazsınız.
- Haksızlıklara seyirci kalamazsınız.
- Yolsuzluğa, hırsızlığa, rüşvete seyirci kalamazsınız.
Ey cemaat ehli, ey kendisini münevver telâkki edenler! Bu haksızlıklar karşısında susarsanız, sus-pus olursanız, sıra size gelince, imdadınıza yetişecek kimseyi bulabilecek misiniz?
Dipnot:
1- Bediüzzaman, Lem’âlar, Yeni Asya Neşriyat, s. 32.