Müslümanlara kurulan tuzakların en büyükleri içtimai, siyasi cephededir; dikkat: Hubb-u cah (makam, şan şöhret) ile avlarlar.
Havf damarını kullanırlar. İşinden ve hapse atmakla, şirketini batırmakla korkuturlar.
Tamah, yani, mal-mülke karşı açgözlülük damarını işletirler: “Tamah yüzünden çoklarını avlıyorlar. Evet, ehl-i dünya, hususan ehl-i dalÂlet, parasını ucuz vermez, pek pahÂlı satar. Bir senelik hayat-ı dünyeviyeye bir derece yardım edecek bir mala mukabil, hadsiz bir hayat-ı ebediyeyi tahrip etmeye bazen vesile olur. O pis hırsla, gazab-ı İlâhîyi kendine celb eder ve ehl-i dalÂletin rızasını celbe çalışır.
“Ey kardeşlerim! Eğer ehl-i dünyanın dalkavukları ve ehl-i dalÂletin münafıkları, sizi, insaniyetin şu zayıf damarı olan tamah yüzünden yakalasalar, geçen hakikati düşünüp, bu fakir kardeşinizi numune-i imtisal ediniz. “İhtar: Ehl-i dalÂlet, Kur’ân-ı Hakîmden alıp neşrettiğimiz hakaik-i imaniye ve Kur’âniyeye karşı müdafaa ve mukabele elinden gelmediği için, münafıkane ve desisekârâne iğfal ve hile dâmını (tuzağını) istimal ediyor. Dostlarımı hubb-u cah, tamah ve havf ile aldatmak ve beni bazı isnâdatla çürütmek istiyorlar.”1
Milliyetçilik damarını kullanırlar: Vatan, millet, Sakarya, nutukları atarlar, Türkçülüğü kullanırlar, toplumu tahrik ile manipüle ederler.
Enaniyet damarından girerler. “Sen büyük adamsın, bumemleketi ve bu gençliği ancak sen kurtarabilirsin…” diyerek siyaset cephesine sürerler ve iğdiş ederler. Bediüzzaman’ın tesbitiyle, şöyle dehşetli olayların yaşandığı bir devredeyiz.
Siyaset cephesinde münafıkane, aldatarak iş görülmüyor mu? Risale-i Nur dairesi haricinde bulunan ulemalar, belki de velîler o siyasî ve içtimaî hayatın rabıtaları (akrabalık, dostluk, cemaatdaşlık, ihale, nema vs., vs.) sebebiyle, hakaik-i imaniyenin hükmünü ikinci, üçüncü derecede bırakıp, o cerayanların hükmüne tabi olarak, hemfikri olan münafıkları sever. Kendine muhalif olan ehl-i hakikati, belki ehl-i velayeti tenkit ve adâvet eder, hatta hissiyat-ı diniyeyi o cereyanlara tabi yaparlar.2
Dipnot: 1.-Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 1999, s. 407. 2.Bediüzzaman, Kastamonu Lahikası, s. 85.)