Dünkü yazımızda, İhlas Risalesi’nde ”içtimai, siyasi dersler” de verildiğinin delillerini serdetmiştik.
Bugün, İhlas düsturlarının dördünde de nasıl ”içtimai, siyasi” ders verildiğine bakalım:
“Birinci düsturunuz: Amelinizde rıza-yı İlâhî olmalı.
“Eğer O razı olsa, bütün dünya küsse ehemmiyeti yok. Eğer O kabul etse, bütün halk reddetse tesiri yok.”1
İçtimai, siyasi faaliyetler de “amel“dir, işdir. Şu halde birinci prensipten şu mânâlar da çıkıyor: İçtimai, siyasi amellerinizde “rıza-i İlahiyi“ gözetin. Rıza-ı nefsi, rıza-i parti, rıza-i lider, rıza-ı başkan, rıza-i siyaseddaş, rıza-ı akraba, rıza-i ırkdaş, rıza-i arkadaş değil!
“İkinci düsturunuz: Bu hizmet-i Kur’âniyede bulunan kardeşlerinizi tenkit etmemek ve onların üstünde faziletfuruşluk nev’inden gıpta damarını tahrik etmemektir.“
Bu prensipte de şöyle bir içtimai, siyasi ders verilir: “Menfaat üzerine dönen canavar siyaset“ olduğu için, din kardeşlerinizi tenkit etmeyin! Sakın, sakın, dünya cereyanları, bilhassa siyaset cereyanları sizi tefrikaya atmasın! Yanlışları tenkit düzeltmez, daha da derinleştirir. Tenkit yerine “kusurları örtün, eksikleri tamamlayın, hizmetine yardım edin!“ Tenkit değil, mihenge vurun.
“Üçüncü düsturunuz: Bütün kuvvetinizi ihlâsta ve hakta bilmelisiniz”2
Güç, siyasette, makam, mevkide, ihalede, zenginlikte, şan-şöhrette değildir. Onlar ateşten birer gömlektir; giyerseniz yanarsınız!
“Dördüncü düsturunuz: Kardeşlerinizin meziyetlerini şahıslarınızda ve faziletlerini kendinizde tasavvur edip, onların şerefleriyle şâkirâne iftihar etmektir.”3
Bu prensipte şunlar da söylenmek istenmiyor mu? Siyaseti güya hizmet vasıtası görüp (aslında bu nefsin bir oyunu ve hilesidir) önceleyenler, artık onu araç olmaktan çıkarıp amaç haline getirir. Lider olmak, iktidar olmak, başkan olmak, müdür olmak, bakan olmak, başbakan olmak, cumhurbaşkanı olmak, ihale almak, zengin olmak için kardeşlerinizi yıpratmayın, tuzak kurmayın, iftira atmayın, onlarla kıyasıya mücadele etmeyin… Kardeşlerinizin meziyetleriyle iftihar ediniz.
“Hem madem dünyevî dostlar ve rütbler kbir kapısına kadardır, elbette en bahtiyar odur ki, dünya için ahireti unutmasın, ahiretini dünyaya feda etmesin, hayat-ı ebediyesini hayat-ı dünyevîye için bozmasın, malayani şeylerle ömrünü telef etmesin, kendini misafir telakki edip misafirhane sahibiin emirlerine göre hareket etsin, selâmetle kabir kapısını açıp saadet-i ebediyeye girsin…”4
Dipnotlar :
1-Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, Yeni Asya Neşriyat,s. 164.
2-Age, s. 165.
3-Age, s. 166
4-Age, s. 406.