Batı karşısında çözülme süreciyle birlikte, hemen Tanzimat Fermanı’nın ardından, genelde İslâm âleminin, özelde de Osmanlı devletini gerilemekten kurtarmak için üç tez gelişir:
İslâmcılık, Türkçülük ve Garpçılık.
1870’lerden itibaren, devleti ve toplumu düştüğü bu bunalımdan kurtarıp yeniden diriliş için; “Osmanlı Devletinin merkezinde gittikçe kuvvetlenen bir ideolojik çerçeveye bürünen ve “İsminin hilâfına dinî (teolojik) olmaktan öte, siyâsî bir nitelik taşıyan” İslâmcılık hareketini savunurlar. Dünya görüşü ve hayat rehberi olarak aydınlar ile, geniş halk kitleleri arasında “İslâmî nizam” olarak iki eksenli olarak gelişir:
Birincisine Mısır Müftüsü Muhammed Abdüh (1845-1905),
İkincisine Pakistanlı Seyyid Ebul’lûla Mevdûdî’nin tercüman olduğu söylenebilir.
Cemaleddin Efganî ve Abduh ekolü, mazi kıtasının felsefesini yeniden yorumlayarak Müslümanların içine düştüğü karanlığı bu şekilde aydınlatılabileceğini iddia eder. Ona göre, en önemli engel, Müslümanların siyaseten dağınık oluşuydu.
Öyle ise, tecdid (yenileme) için önce bütün dünya Müslümanlarının siyasî birliğinin sağlanması gerekiyordu. İttihad-ı İslâm ya da panislamizm, bu anlayışın Doğudaki ve Batıdaki tanımlama biçimiydi. İslâmcı projenin önemli sacayaklarından Muhammed Abduh ile birlikte mütemadiyen Müslüman devletlerin Batı emperyalizmine karşı duruşlarını teşvik ederler. Müslüman ülkelerin önce bağımsızlıklarını kazanmalarını, daha sonra da birlikte büyük bir güç oluşturmalarını hararetle vurgularlar.
Böylece, “siyasal hareket” Efgânî’nin, önce kendilerini “devlet” olarak “kuvvetlendirmeleri gereği 3 düşüncesinden mülhem olarak doğmuştu.
İslâmcılığın öngördüğü “merkezden muhite”, metoduyla önce devlet ve mekanizmaları “siyâsî” kanalla ele geçirilecek, sonra cemiyet, “devlet-kanun” gücüyle düzeltilecek; dağınık olan Müslümanlar, siyasî tecdid-içtihad (yenileme) ile bir araya gelecek ve “ittihad-ı İslâm” temin edilecekti.
Bu düşüncenin öncüleri arasında Reşid Rıza, Ali Abdurrazık Musâ Carullah, Seyyid Ebul’lûla Mevdûdî gibi isimler de vardı. Daha sonra Hasan el-Benna, Seyyid Kutub da bu fikri devam ettirdi.
1998’lerden önce, bu hareketin Türkiye’deki kuvvetli sayılan araştırmacı-yazar Ali Bulaç, “siyasal İslâm” anlayışının iki versiyonundan birisinin, “siyasal İslâm ulus devlet projesi” olduğuna dikkat çekiyor:
Burada bireyin ve toplumsal hayatın bütününü dönüştürme amacında olan bir devlet projesi var. Bu devlet önceden kurulup ardından kendine bir ulus ve toplum inşa ameliyesine girişen modern devlet gibi tepeden tırnağa İslam kimliğiyle öne çıkan, farklılıklara yer vermeyen, gayri müslimleri zımmi kabul etse de zaman içinde eritmeyi amaçlayan, bu meyanda resmi bir din görüşü ve ideolojisi olan, ancak ismi İslâm olan bir ulus devlettir; Kur’an, hadis kaynakları ve bir de kültür mirasından devşirilen uygun malzeme ve argümanlarla böyle bir İslam devletinin mümkün olabileceği, hatta Müslümanlar’ın bunun kurulması için farz bir ibadet olarak üzerlerine düşen her şeyi yerine getirmekle yükümlü oldukları öne sürüldü.