Harikulâde haller, olağanüstü işlerin yalnızca mütedeyyin ve maneviyatı güçlü insanlar, veliler, ermişlere has olduğu, yaygın bir görüştür.
Sıkça sorulur bu soru: “Gayrimüslimlerin, Hint fakirlerinin ateş üstünde yürümeleri, ateistlerin telepatik yolla insan zihninden geçenleri okumaları gibi olağanüstü haller nasıl sudur edebilir? Olağan dışı hal, harikulâde vaziyet evliyaya mahsus değil mi?”
Sanılanın aksine, inançsız, ateist ve şerir kimselerin de keramete benzer, ancak adına “istidraç” denen harika haller gösterdiği, olağanüstü işler başardıkları da bir vakıadır. Bu durum, zayıf kişilikleri vesveseye, sapıtmış olanları da azgınlığa itiyor. Aslında olağanüstü işler, harika haller yalnızca tekye, zâviye veya tasavvuf ile tefekkür ehline mahsus bir durum değildir. Ruh / duygu ve bedende bulunan elektrik, elektro-manyetik biyo-manyetik ve diğer binlerce enerji boyutlarını düşünce, duygu ve duyu güçlerini birleştirerek odaklaştırıp temerküz ettirebilen herkes olağanüstü haller sergileyebilir, işler başarabilir.
Mütedeyyin olmayan ve gayrimüslimlerin gösterdiği harika olaylar ile keramet arasında bir çelişki yoktur. Çünkü bu, kerametin eksi kutbudur.
Şöyle ki: Kerametin zıddı olan istidraç, gaflet içinde iken varlığın metafizik boyutunun inkişafından ve garip fiilleri açıklamaktan ibarettir. İstidraç, “Biz onları bilmedikleri, farkına varmadıkları bir yerden yavaş yavaş azaba yaklaştırırız”1 âyetinin orijinal metninde açıkça geçer.
İstidraç sahibi, nefsine, gücüne dayandırmakla gururu öyle fazlalaşır ki, Karun gibi, “Bu servet, bilgim sayesinde bana verilmiştir!”2 demeye başlar. Lâkin o inkişaf, nefsini (saflaştırma, aradan çıkarma, temizleme) ve (kalbini nurlandırma) neticesinde istidraç gösterenle keramet ehli arasında (ilk aşamada) fark yoktur. Tam manasıyla fenâya mazhar olanlar, yani hak yolunda çalışıp kendisinin bir hiç olduğunu idrak edenlerde Allah’ın izniyle maddenin, varlığın metafizik boyutu inkişaf eder, açılır. Ve onlar da, o eşyayı fenafillah yani Allah’ın isim ve sıfatlarını tamamen özümsemiş, kendisini O’na vermiş) olanlar duygularıyla da görür.
Bunun istidraçtan farkı pek açıktır. Zira, ortaya çıkan iç güzellik, nuraniyet, riyakârların zulümatıyla karışmaz. Yani başkasından olan bir hakikati kendisine mal etmez.
Necm Sûresi’nin 39’uncu âyetinde: “İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır” diye beyan edilir. Metindeki Arapça tabire dikkat edilirse, “insan” tabiri kullanılmış, “inanan, mü’min, Müslüman”, denmemiş.
Dipnotlar: 1- Kalem Sûresi, 44. 2- Kasas Sûresi, 78.