Kafa feneriyle hareket etmeme” gerektiğini, Üstadın terbiyesinden geçen “Nurun sadık kumandanı ve kahramanı”, Zübeyir Gündüzalp’ten ve küçük yaştan beri terbiyesinde büyüyen Ceylan Çalışkan’dan ders alabiliriz.
Gündüzalp, Üstad’ın hizmetine girdiği ilk günlerde, “Şunu yap, bunu yap!” diye birkaç iş verince, ilk zaman bocalar. Çalışkan’a gider:
“Her halde Üstadın işini yapamayacağım!” der. Aldığı cevap şudur:
“Üstadın işini yapmak çok kolay. İşine kafanı karıştırmayacaksın, ne demişse onu yapacaksın. Meselâ Üstad, gece 00:2’de dilekçe yazdırır ve ‘Götür bunu valiye ver!’ derse; sen kafanı karıştırmayacaksın; götürüp vereceksin. Eğer dersen ki, ‘Gece ikide valiye dilekçe mi verilir? Sabah erken kahvaltımı yaparım, sonra valinin evine doğru giderim. Vali evden çıkarken bende hemen yakalar, mektubu veririm…’ İşte o zaman Üstadın işine aklını karıştırmış olursun. Akıbet beklediğinin tersine olur. Üstad da seni yanında barındırmaz!”
Aklı karıştırma meselesinde şu örnek de çarpıcıdır: 1995’lerde RP’nin parlatıldığı ve yükselişe geçtiği günlerde, kardeşlerimizden birisi, “Ağabey, hangi partiye oy vermemiz gerekir?” diye kalabalık ve ileri gelen bir grup içinde sorar.
İçlerinden birisi, “Tabiî ki, en dindar partiye!” cevabını verir. Zübeyir Ağabeyin sadakatini tevarüs alan bir başka ağabeyimiz ona dönerek, “Ağabeyciğim, Risale-i Nur’un neresinde böyle bir ölçü var, gösterir misiniz lütfen!” der…
İşte Risale-i Nur’un meslek ve meşrebinde, hizmet stratejisinde de yapmamız gereken şey, işlerine aklımızı karıştırmamaktır. Yani, kendi görüşümüzü, metodumuzu, düşüncemizi ona uyarlamak değil; onun çizdiği stratejiyi, eğip-bükmeden, dosdoğru anlamak ve uygulamaktır.
Kafamızı Risale-i Nur’a karıştıramayız. Zira, Üstadın kendisi de karıştırmamış. Hatta onların kendi eseri olmadığını, zekâsını karıştırmadığını; içtimaî ve siyasî dahil, her meselenin kalbine ihtar edildiğini söyler… Biz hangi akla hizmet ederek, aklımızı ona karıştırabiliriz ki!