"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Kelâmın gücü

Ali FERŞADOĞLU
18 Temmuz 2016, Pazartesi
Nasıl bir hükûmetin intizamında, her memura istidadı/kabiliyeti nispetinde, vazife derecesinde, hizmet miktarınca ücret vermek lâzımdır.

Öyle de, böyle çeşitli mertebelerden karışan mânâlar ise, bütüne yönelik gaye olan sözün söyleniş gayesi merkezine yakınlığı nispetinde ve gayelere hizmet derecesinde, herbirine yardım ve ihtimamda hisse ve nasiplerini adâletle paylaştırmakla ayırmak gerektir.

Tâ ki o adâlet ve denge ile intizam ve o intizamdan uygunluk ve uygunluktan doğan hüsn-ü vifak (uygunluktan gelen güzellik) ve o hüsn-ü vifaktan hüsn-ü muâşeret/bir arada yaşamanın güzelliği ve o hüsn-ü muâşeretten kelâmın mükemmelliğine bir doğrultma terazisi çıkabilsin. Yoksa vazifesi hizmetkârlık ve tabiatı çocukluk olanlar, büyük rütbeye girmekle tekebbür eder, büyüklük taslar. Tekebbür etmekle uygunluğunu bozup muâşereti/bir arada yaşamayı teşviş/karmakarışık eder. Demek, sözün kayıtları istidatlarını nazara almak gerektir. Evet, herşeyi istidadı nispetinde terfi etmek lâzımdır. Zira görünüyor ki, göz, burun gibi bir âzâ ne kadar güzel olursa, hattâ altından olursa, haddinden büyük olduğu halde sureti çirkin eder.

Nasıl bazan en küçük bir nefer/asker bir hizmete, meselâ düşman ordusunun gizli şeylerini keşfetmeye gider, mareşal gidemez. Veyahut bir küçük talebe yaptığı işi büyük bir âlim yapamaz. Çünkü büyük adam herşeyde büyük olmak lâzım gelmez. Herkes kendi san’atında büyüktür.

Kezalik, o bir kelimenin çok mânalara gelip yarışmasında bâzân bir küçük mânâ önderlik eder; o kıymettar oluyor. Zîrâ, onun vazifesi şimdi gelecek bir esbabla ehemmiyetlidir.

Buna işaret eden ve kıymetini aydınlatan açık hüküm ve en yakın planda bir işi yapma veya karışma hakkını kaybetme ki, onun hatırası için söz ve hitap gönderilsin ve kelâm dahi postacılık etsin. Zira ya delil ve ispata ihtiyaç olmayacak derecede açık ve malûmdur, görünüyor; veyahut hafif ve zayıftır, asıl garazda/gayede ehemmiyeti yoktur. Veyahut onu güzel, iyi karşılayıp kabul edecek ve ona kulak verecek muhatap yoktur. Veyahut konuşanın haline uygun dâvetçi olan arzuya hizmet edemez. Veyahut muhatabın iş ve itibarına uyuşamaz, istimzaç edemez. 

Veyahut garazın muhafazasına ve lüzumlu olanların tedarikine kabiliyetli değildir. Demek, her bir makamda bu esbablardan yalnız birinin sözü dinlenir. Fakat umumen ittihad etseler, kelâmı en yüksek tabakaya çıkartıyorlar.1

Bazı muallak/boş, havada asılı mânâlar vardır ki, belli bir şekli ve özel bir vatanı yoktur. Müfettiş gibi herbir daireye girer. Bazı kendine hususî bir lâfız takıyor. Bu muallâkatın bir kısmı ise harfiye ve hevâiye gibidir. Başka kelime onu derûnuna çeker. Bazan bir cümleye, belki bir hikayeye/fıkraya nüfuz eder.

Ne vakit o cümleyi ezdirirse, ruh gibi o mânâ damlar. Meselâ hasret/özlem ve iştiyak/şevk, arzu, övgü ve teessüf ve benzeri gibi kelimelerden damlayan mânâlar gibi...

Dipnot: 1- Muhakemat,  s. 101-102. 

Okunma Sayısı: 1345
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı