Arapça, belki çöl şartlarında geliştiği için beliğ, iktisatlı bir dildir.
Yani, Arapça’da, bir kelimenin pek çok mânâsı, vardır. Kur’ân’da ise, bu mânâların pek çoğu kastedilmektedir.
Cümlenin kuruluş yapısına, makabline, maba’dine, zaman, mekan, toplum, şahıs, şart ve durumlara göre onlar da devreye girer. Zâten, mu’cizeliğinin, cihanşumullüğünün bir yönü de budur.
Meselâ, “din” kelimesinin 30 mânâsını verir lügatlar: Din, İslâm, şeriat, millet, âdet, hâl, siyaset, hesap, kahr, galebe, istilâ, mâlik-aziz olmak, verâ (sakınma, korunma, günahtan hassasiyetle kaçma ve korkma, haramlar bir tarafa, şüpheli olan şeylerden, mâlâyânî ve boş şeylerden uzak kalma. Vera’, kısaca “dînî hükümlere riayette titizlik” manasına gelir.), takvâ, masiyet ve ikrah, hizmet, hüküm, kaza, ihsan, sîret, yol, tedbir, tevhîd, melik, mülk, birisini hoşlandığı şeye sevk etmek gibi mânâları vardır.
Tercümeye, yâni meâle girildiği vakit, bunlardan yalnızca birisi veya parantezle bir ikincisi dikkate alınacaktır. Peki, diğer anlâmlar ne olacaktır? Oysa, Kur’ân harfleri, bağlaçları, edatları, atıfları yerlerine göre, çeşitli mânâlar alırlar. Nasıl ki, Allah’ın yaratmış olduğu kevnî kelime olan bir çekirdekten, tohumdan binlerce tohum, ağaç ve meyve meydana geliyorsa, Kelâm-ı Ezelîden gelen bir Kur’ân harfinden, yüzlerce mânâ çıkabilir. Bu, aklın haricinde değildir. Her an gözümüz önünde cereyan eden hâdiselerdendir...
Değil fasih, beliğ ve nahvî bir dil olan Arapça, hiçbir dil başka bir dile tam tercüme edilemez. Edildiği takdirde, çok yanlış anlamalar ortaya çıkmaktadır. Meselâ, “Ba’de harabi’l-Basra!” bir deyim olarak dilimize, kültürümüze girmiştir. Bunun tercümesi, “Basra harap olduktan sonra” şeklindedir. Böyle bir tercümeden, herhangi bir mânânın çıkmadığı açıktır. Bu söz, ancak, “İş işten geçtikten sonra” diye tercüme edilmeli ve ona göre yorumlanmalıdır.
Tercüme, yâni meâlde bunları yansıtmak imkânsızdır. Yâ geniş açıklamalı bir tercüme yapmalı veya tefsir dediğimiz geniş bir yorum...