Kur’ân her haliyle, her sûresiyle, her ayetiyle (cümlesiyle), her kelimesiyle mu’cizedir.
İlim (manevî, sosyal, fen), matematik, astronomi, fizik, coğrafya, teknoloji, tarih, istikbal ile ilgili haberleriyle de mu’cizedir.
Yani, beşerüstü bir kelamdır.
Bediüzzaman; Risale-i Nur Külliyatında, bilhassa İşaratü’l-İ’caz ve 25. Söz’de (Mu’cizat-ı Kur’ân’iye’de) Kur’ân’ın 40 vecihle mu’cize, i’caz (mu’cizelik) yönünün bulunduğunu ilmi delillerle ispat, izah etmiş; teferruatlı olarak ele almıştır.
Kur’ân’ın mu’cizelik yönünü, kelime ve harflerine kadar indirmiş, Kur’ân’a yapılan hücumları durdurmuştur. Kur’ân’ın mu’cizelik yönünün onun “çelik bir zırhı olduğunu” belirterek şöyle demiştir:
Eski Harb-i Umumîden evvel ve evâilinde, bir vakıa-i sadıkada görüyorum ki, Ararat Dağı denilen meşhur Ağrı Dağının altındayım. Birden o dağ müthiş infilâk etti. Dağlar gibi parçaları dünyanın her tarafına dağıttı. O dehşet içinde baktım ki, merhum validem yanımdadır. Dedim: “Ana, korkma. Cenâb-ı Hakkın emridir; O Rahîmdir ve Hakîmdir.”
Birden, o hâlette iken, baktım ki, mühim bir zat bana âmirâne diyor ki: “İ’câz-ı Kur’ân’ı beyan et.”
Uyandım, anladım ki, bir büyük infilâk olacak. O infilâk ve inkılâptan sonra, Kur’ân etrafındaki surlar kırılacak. Doğrudan doğruya Kur’ân kendi kendini müdafaa edecek. Ve Kur’ân’a hücum edilecek; i’câzı onun çelik bir zırhı olacak. Ve şu i’câzın bir nevini şu zamanda izharına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak. Ve namzet olduğumu anladım. (Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 1999, s. 357.)
Bediüzzaman, bilhassa “ifsat, dinsizlik, ahlâksızlık ve zındıka” komitelerinin hücum ettiği ayetlerin, mu’cize, harika olduğunu beyan etmiştir.
Akıl, ilim (fen) ile çeliştiği iddia edildiği âyetlerde muhteşem mu’cizeler olduğunu ispat etmiştir.
Önce mu’cize, icaz ile ilgili bazı mefhumların anlamlarını nakledelim:
İ’caz, mu’cize: Aciz bırakmak. Acze düşürmek, şaşırtmak. Edebiyatta benzerini yapmada herkesi acze düşürecek; güzel söz söylemekte insanların muktedir olmadıkları derece.
Îcâz: Edebiyatta az sözle çok şey anlatmak. Sözü muhtasar söylemek. Vecize, kelâm-ı kibar.
Belâgat: Hitap ettiği kimselere göre uygun, tam yerinde, düzgün ve hakîkatlı söz söyleme san’atı, hâlin gerektirdiğine uygun söz söylemek.
Fesahat: Doğru ve düzgün söyleyiş, açık ve güzel ifade.
Cezalet: Tutuk olmayan, ahenkli, akıcı ve güzel ifâde.