Kimi zaman “Belâgatlı söz, güzel şiir söyleyip san’at yapacağız!” diye ifrata/aşırıya kaçılır.
Her meseleyi Kur’ânî dengeye getiren Bediüzzaman; şiir ve nesirde kelâmın/sözün esaslarını çerçeveler; “lâfzın” mecraını ve halk arasındaki kullanılış biçimini ortaya koyar ve edebiyattaki “perestliğin”, yâni ifratın, tutkuya dönüşebileceğine, dolayısıyla “lâfızperestliğe” de set çeker:
“Lâfızlar; mecrâ olmak cihetiyle daha kolay, daha açık ve üstünkörü bakışa daha yakın ve hevam gibi avamın nazarlarını daha çekici ve halkça şovlara daha müstait bir zemin olduğundan, “lâfızlara” daha ziyâde himmet sarf edilir. Bu konuda ne kadar bir mesafe kat edilirse, önlerine çok şaşaalı sahralar kendilerini göstermek şanında olan mânâların tertibinden, düzenlenmesinden zihinlerini çevirip, lâfızların arkasına koşup, dolaşıyorlar. Mânâların tasavvurlarından sonra lâfızların arkasına gitmekle fikirleri çatallaşmıştır. Gide gide elfaz mânâya galebe etmekle istihdam ederek, “lâfız, mânâya hizmet etmek” olan tabiî hükümle aksine çevrildiğinden, belâgatın tabiatından/gereğinden böyle lâfızperest haddinden fazla bilgiçlik taslayanların san’atına kadar, yok, belki yapmacıklarına, uzun bir mesafe girmiştir. 1
Şiirin hayallerinden uzak olan Kur’ân2 ve hadîs, güzel ve iyi fikirler veren şiiri övdüklerine göre; Bediüzzaman, süslü sözler, şiirler, zinetli üslûptan men etmesinin hikmeti nedir? Acaba, süslü sözler, kelimeler kullanmayı hangi şartlarda uygun görmektedir? Bediüzzaman; lâfız/söz açısından zengin olmadığını, israfı da sevmediğini, teşrifatçı elfâzı beğenmediğini söyleyerek; 3 lâfza/söze zînet verilmeli/süslenmeli, fakat tabiat-ı mânâ istemek şartıyla gerektir.
Sözü, ölçülü, dengeli, yerinde, zamanında ve ayarında söylemek ve yazmanın adı edebiyattır. Şu halde, edebiyat edep, demektir. İfrata düşen ediplere de edebî bir rota çizer Bediüzzaman: Edipler edebli olmalıdırlar. Hem de edeb-i İslâmiye ile müteeddip olmalıdırlar. Matbûat nizamnâmesini vicdanlardaki hiss-i diyanet tanzim etsin. 4
Edebiyatın bir şûbesi de gazeteciliktir. Gazeteciler ise, aynı zamanda edip ünvânına sahiptirler. Çünkü, iki mühim görevi, mesleklerinin zımnında otomatikman üstlendiler:
1- Güzellikleri ve ayıpları, çirkinlikleri ilân.
2- Genel hatiplik veyahut fikirleri terbiye.
Şu halde, birince ünvar ile miletin hâkimiyetini ve hak/doğruluk, adalet, teftişinin kesin kılıcı olan basın diliyle etkisini korurlar. İkinci işleri de, fikirleri talim ve terbiye etmeleri, yüzeyden, gitmemeleri. Yani araştırmacı olmalılar. Aksi halde vazifelerinin tam aksi durumlar ortaya çıkar.
Dipnotlar: 1- Bediüzzaman Said Nursî, Muhakemat, Yeni Asya Neşriyat, Temmuz 2006, s. 87-88. 2-Sözler, s. 127. 3- Sünûhât, s. 17. 4 - Hutbe-i Şâmiye, s. 92; Divân-ı Harb-i Örfî, s. 16.