Doğrudan doğruya Peygamber Efendimizin (asm) sohbetine iştirak eden, nuruyla boyanma şerefine nâil olan ve ondan din kardeşliği dersleri alan Sahâbîlerin milliyet anlayışı, şaheser örnekler ortaya koydu.
Irk, asabiyet, etnik köken damarlarına işlemiş, bunun yüzünden yüzyıllarca biribiriyle savaşan, kan akıtan, birini boğazlayan, öldüren insanlar Nebevi boya ile boyandıktan sonra, milliyet anlayışında da bütün zamanların en muhteşem hayat tablolarını sergilemişlerdir.
Hz. Ebû Zer anlatıyor: “Birgün Bilâl-i Habeşî ile tartıştık. Ona, ‘Senin aklın buna ermez, ey siyah kadının oğlu’ dedim. Çok üzülmüştü. Resulüllah’a şikâyet etmiş.
“Resûlullah (asm), ‘Renginin siyahlığından dolayı, Bilâl’i ayıplayarak böyle böyle demişsin, doğru mu?’ dedi.
“Ben cevap veremiyordum, utancımdan hep yere bakıyordum. Resulüllah devamla buyurdu ki:
“Demek sende, İslâmiyetten evvelki cehâlet günlerinden kalma değer ölçüleri ve âdetleri var. Halbuki İslâm, insanları renkleri, şöhretleri ve servetleri ile değerlendiren o bâtıl itikad ve âdetleri kaldırıp parçaladıktan sonra yerine, ‘en şerefli insan, en büyük ve en muhterem insan, Allah’tan çok korkan, insandır’ hükmünü koydu. Riyasız, ihlâslı bir Müslüman olduktan sonra renginin siyahlığından dolayı bir mü’min ayıplanabilir mi?”
Ebû Zer Hazretleri ne yaptı dersiniz? Sadece bu utancıyla mı baş başa kaldı? Hayır. İsterseniz yine kendi ifâdelerinden takip edelim:
Başını Bilâl-i Habeşî’nin evinin eşiğine koyarak, “Bilâl’in mübarek ayakları bu kaba ve anlayışsız Ebû Zer’in yüzüne basarak buradan geçmedikçe, bu eşikten başımı kaldırmam,” diyor.
Ve, “Bu yüzler basılmaya değil, öpülmeye lâyık” deyip hakkını helâl ettikten sonra, başını eşikten kaldırıp Bilâl Hazretleri kucaklıyor Ebû Zer Hazretlerini.
İşte, İslâmiyet, bu ruhu aşılar, aynı dinde olanlarla bir muhabbet ve münasebet tesis eder.