Kur’ân ve Sünnet-i Seniyye’nin bu zamandaki en büyük, en etkili, en kapsamlı tefsiri olan Risale-i Nur’dan beslenen Müslümanlara ve özellikle birinci işleri onu okumak, anlamak, yaşamak ve neşretmek olan Nur Talebelerine olur olmaz fikirleri kabul ettiremezsiniz, olur olmaz sistemleri dayatamazsınız, olur olmaz kitapları okutturamazsınız, olur olmaz sözleri dinlettiremezsiniz.
O halde kimin etkisindedirler ve kimin etkisinde kalmalıyız?
Peygamberimiz (asm) Ahirzaman peygamberidir. Biz, Ahirzamanın en dehşetli zaman dilimi “Deccalizm / Süfyanizm” yaşayan ümmetiyiz.
19-20. asrın hayat felsefesini, içtimaî / sosyal, siyasî, ekonomik, vs., vs., hayatını Deccalizm / Süfyanizm dizayn edip kurgulamıştır.
Bu dehşetli fitne ve karmaşık zamanında, Kur’ân ve Sünnet-i Seniyye’nin günümüzdeki sosyal ve siyasî ölçü, prensip ve hizmet stratejilerini kim çizecektir?
Bir müçtehid ve müceddid olarak iman esaslarını, ibadetleri (İslâmın şartlarını), ahlâk ve ukubat meselelerini ispat ve izah eden Bediüzzaman, elbette Deccalizm / Süfyanizme karşı Kur’ân ve Sünnet-i Seniyye’nin içtimaî, siyasî ölçü, prensip ve stratejilerini belirleyecektir.
Evet, Nur Talebelerine olur olmaz fikirleri kabul ettiremezsiniz.
Tarihçe-i Hayat’ın önsözünü yazan âlim Ali Ulvi Kurucu, meselenin bu boyutunu şöyle nazara verir:
“Üstad, bu yüksek iktisatçılık kudretini sırf yemek, içmek, giymek gibi basit şeylerle değil, bilâkis fikir, zihin, istidat, kàbiliyet, vakit, zaman, nefis ve nefes gibi manevî ve mücerred kıymetlerin israf ve heder edilmemesi ile ölçen bir dahîdir. Ve bütün ömrü boyunca, bir karakter halinde takip ettiği bu titiz muhasebe ve murakabe usûlünü, bütün talebelerine de telkin etmiştir. Binaenaleyh, bir Nur Talebesine olur olmaz eseri okutturmak ve her sözü dinlettirmek kolay birşey değildir. Zîra, onun gönlünün mihrak noktasında yazılı olan şu ‘Dikkat!’ kelimesi, en hassas bir kontrol vazifesi görmektedir.” 1
Ve bu husustaki sözlerini şöyle tamamlar:
“İşin orijinal tarafı, bu meslek, kendi şahsına münhasır kalmamış, talebelerine de kudsî bir mefkûre halinde intikal etmiştir. Nur deryasında yıkanmak şerefine mazhar olan bir Nur Talebesinin istiğnasına hayran olmamak kàbil değildir.” 2
Belge ve bilgiye dayanmaksızın, ispat etmeksizin her fikri kabul ettiremezsiniz.
Zira, Bediüzzaman’dan aldıkları dünya çapındaki ders ve ölçü şudur:
Sual: Neden bunların umumuna fena diyorsun? Halbuki hayırhâhımız gibi görünüyorlar.
Cevap: Hiçbir müfsid ben müfsidim demez. Daima suret-i haktan görünür. Yahut bâtılı hak görür. Evet, kimse demez ayranım ekşidir. Fakat siz mihenge vurmadan almayınız.
Zira çok silik söz ticarette geziyor. Hattâ benim sözümü de, ben söylediğim için hüsn-ü zan edip tamamını kabul etmeyiniz. Belki ben de müfsidim. Veya bilmediğim halde ifsad ediyorum. Öyleyse, her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz. İşte, size söylediğim sözler hayalin elinde kalsın, mihenge vurunuz. Eğer altın çıktıysa kalbde saklayınız. Bakır çıktıysa, çok gıybeti üstüne ve bedduâyı arkasına takınız, bana reddediniz, gönderiniz.”3
Siyasetçiler veya onların yandaşları, hayrımıza çalıştıklarını söyleyebilirler.
Öyle de görünebilirler.
Bizim işimiz, onları mihenge vurmaktır.
Eğer Üstad, kendisini mihenge vurduruyor, yanlış çıkması halinde “gıybet ve bedduâyı arkasına takılmasını” istiyorsa, ağabeyleri, varisleri, hocaları, liderleri neden vurmayalım ki!