Kur’ân, her zaman, her devreye, her topluma, her tabakaya, her mesleğe, her meşrebe baktığı ve cihanşumül olduğu için her zaman tefsir edilmelidir. Özellikle biz, Kur’ân tefsirine çok daha muhtacız.
“Dilediğine hikmeti verir, hikmet verilen kimseye çok şeyler verilmiştir”-Bakara, 269. İbn Abbas’dan (ra) gelen bir rivâyete göre âyet-i kerimede geçen “hikmet” kelimesi, Kur’ân’ın nasihini, mensuhunu, muhkem ve müteşabihini, ilk ve son inen âyetlerini, helâl ve haramını, meselerini bilmek anlamındadır.
Kur’ân-ı Kerîm, yaşayan ve yaşatan bir kitap olduğundan pratik hayata aksedebilmesi için tefsir edilmelidir.
Tefsirden asıl maksat, Kur’ân’ı doğru anlamak, İlâhî irade istikametinde kavrayarak yaşamak ve anlaşılmasını sağlamaktır. Bu, mü’minlerin vazife ve mükellefiyetidir. Zira, birinci muhatapları onlardır. O, anlaşılmak, yaşanmak ve anlatılmak için indirilmiştir.
Dolayısıyla Kur’ân, lügat (sözlük), belâgat, edep, nahiv (gramer), kelâm, fıkıh, mezhep, felsefe, tasavvuf, psiko-sosyal ve daha pek çok yönlerden ele alınarak yorumlanmıştır.
Farklı ilim dallarında farklı usûller, metodlar, üslûplar geliştirilmiştir. Zamanla Kur’ân’ı anlama metodları gelişip değişmesi, gayet tabiî ki, fıtrî bir psiko-sosyal sonuçtur. Zira, zamanın geçmesiyle teferruatla ilgili hakikatler değiştiği gibi, yeni yeni meseleler de ortaya çıkar. İçtihad (Kur’ân ve Sünnet’ten hüküm çıkarma) meselenin bu boyutuna bakar.
Yani, çağın gelişmelerine, tekniğine, sosyal yapısına, kültür birikimine uygun tefsirlerin yapılması gayet tabiîdir. Ki, Kur’ân, bütün zamanlara, bütün asırlara, bütün tabakalara, bütün sınıflara rahmet olduğuna göre, her çağ, her tabaka, her asır, her toplum ondan hissesini alacaktır. Bu da tefsirler yoluyla olur.
Risale-i Nur, çağımızın en muhteşem bir tefsiridir. Tekrarlar hariç, 620 civarında (bir çalışmaya göre 626 âyet ve 1075 hadis-i şerif) yer alır ve tefsir edilir.