Günümüz Müslümanının karıştırdığı hususlardan biri de “şahs-ı manevî” mefhumudur. Ya kendisini veya bir şahsı öne çıkarıyor! Dolayısıyla “ferdî/bireysel” takılıp onun müthiş ve muhteşem gücünden istifade edemiyor.
Şahs-ı manevî nedir? Şahs-ı manevînin lügat manası şöyledir: Bir şahıs olmayıp kendisine bir şahıs gibi muamele yapılan şirket, cemaat gibi ortaklıklar.
“Müteaddit eşya bir cemaat şekline girse, bir şahs-ı mânevîsi olacaktır. Eğer o cemiyet, imtizâc edip ittihad şeklini alsa, onu temsil edecek bir şahs-ı mânevîsi, bir nevi ruh-u mânevîsi… olacaktır.” (Bediüzzaman, Sözler, s. 152) Şimdi bu esaslı tanımı açmaya çalışalım: Birisinin, bedenî, fiziğî, maddî yapısı değil, manevî yapısına da şahs-ı manevî denir. Şahs-ı manevî, herhangi bir kişinin veya nesnenin veya unsurun veya cemaatin veya devletin mahiyetleri ve özelliklerinin toplamı, şeklinde de tarif edebiliriz.
Aile bir şahs-ı manevidir. Okul, üniversite bir şahs-ı manevidir. Fabrika, şirket bir şahs-ı manevidir.
Bu müesseselerin maddî manevî sahip oldukları varlıkların, değerlerin bütününe şahs-ı maneviye deniyor. Yani, hayata bakışları, yaşama biçimleri, inançları, örfleri, ilmî ve teknolojik birikimleri ve ürettikleri herşey şahs-ı maneviyi oluşturur.
Devletin şahs-ı manevisi, nüfusu, devlet organları, anayasası, kanunları, sivil toplum yapılanması, eğitim sistemi (üniversiteleri, okulları) ilim ve teknoloji varlığı, ekonomik yapısı, üretimi, ticareti vs.nin toplamı şahs-ı maneviyi oluşturur.
Kişi bir şahıstır. Cemaat bir şahs-ı manevidir. Yani, kişilerin bir araya gelmesiyle oluşturdukları cemaat, bir şahs-ı manevidir. Şirket-i maneviye ise, manevî kâr için ortak çalışma yapan fertlerin kazanç müessesesi anlamına gelmektedir. Bu kavramların yanında bir de iştiraki âmâl kavramı vardır bu ise, bir gaye için ortak çalışma anlamına gelmektedir.
“Size kısa bir (kaç) söz söyleyeceğim; ezber edebilirsiniz: Cemaatin ruhu olan şahs-ı mânevî çok daha sağlam ve güçlüdür.” (Bediüzzaman, Emirdağ Lâhikası, s. 459)
“Fert dahi de olsa, cemaatin şahs-ı manevisine karşı sivrisinek kadar kalır. (Bediüzzaman Sünûhat, s. 52)