Ve şimdi karar verme zamanıdır: Mehdiyet - Deccaliyet, Süfyaniyet mücadelesi her yerde devam ediyor!
Eğitimde, resmî dairelerde, ekonomide, ailede, toplumda, hatta ve hatta cemaatlerde, siyasette, partilerde devam ediyor!
Kimden yanayız? Hangi meselede, kiminle birlikte hareket ediyoruz?
İçtimaî, siyasî meselelerde de bizim vazifemiz Bediüzzaman’ın ortaya koyduğu Kur’ânî ve Nebevî ölçü ve prensipleri okumak, anlamak ve uygulamak değil mi?
Biz vazifemizi yapmakla mı mükellefiz; yoksa O’nun taktirine bırakıp müdahale etmekle mi?
Vazifemizi mi yapıyoruz; yoksa, “sayı ve sonuca” mı odaklaşıyoruz?
Vazifemiz hizmet etmek, Allah yolunda “cihad” etmek değil mi?
Galip etmek, mağlûp etmek, netice almak Cenâb-ı Hakk’ın vazifesi, yani işidir, taktiridir değil mi?
Kendimizi Bediüzzaman’ın Kur’ân ve Sünnet-i Seniyye’den istihraç ettiği şu mihenge vuralım: “Meşhurdur ki, bir zaman İslâm kahramanlarından ve Cengiz’in ordusunu müteaddit defa mağlûp eden Celâleddin-i Harzemşah harbe giderken, vüzerâsı/vezirleri ve etbâı/ona tabi olanlar, adamları ona demişler:
“Sen muzaffer olacaksın. Cenâb-ı Hak seni galip edecek.”
“O demiş: “Ben Allah’ın emriyle, cihad yolunda hareket etmeye vazifedarım. Cenâb-ı Hakk’ın vazifesine karışmam. Muzaffer etmek veya mağlûp etmek O’nun vazifesidir.”
“İşte o zat bu sırr-ı teslimiyeti anlamasıyla, harika bir surette çok defa muzaffer olmuştur.
“Evet, insanın elindeki cüz-ü ihtiyarî/hür irade ile işledikleri ef’allerinde/fiillerinde, Cenâb-ı Hakk’a ait netâici/sonuçları, takdiri düşünmemek gerektir... Halbuki, Üstad-ı mutlak, muktedâ-yı küll, rehber-i ekmel (her meselede, mükemmel uyulacak Üstad) olan Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, “Peygambere düşen, ancak tebliğ etmekten ibarettir.”1 olan ferman-ı İlâhîyi kendine rehber-i mutlak ederek, insanların çekilmesiyle ve dinlememesiyle daha ziyade sa’y/çalışıp ve gayret ve ciddiyetle tebliğ etmiş. Çünkü “Sen sevdiğin kimseyi hidayete erdiremezsin. Ancak Allah dilediğine hidayet verir.”2 sırrıyla anlamış ki, insanlara dinlettirmek ve hidayet vermek, Cenâb-ı Hakk’ın vazifesidir; Cenâb-ı Hakk’ın vazifesine karışmazdı.”3
*
Nemrut, İbrahim Peygamberi (as) ateşe atmak için hazırlıklarını yapar. Bu arada bir karınca ağzına bir huzmecik su almış canhıraş ve var gücüyle koşuşturmaktadır. Arkadaşları sorarlar: “Nedir bu hal, ne oldu, nereye gidiyorsun böyle?”
“Duydum ki, Nemrut zalimi İbrahim Peygamberi (as) yakmak için ateşi tutuşturmuş, söndürmeye gidiyorum!”
Arkadaşları gülüşür:
“Yahu... Senin taşıdığın sudan ne olacak, bu ateşe hiç kâr etmez ki!”
“Ben de biliyorum, işe yaramayacağını, ancak görevimi yapıyorum. Bu arada safım da belli olur.”
Dipnotlar: 1- Nur Sûresi, 54. 2- Kasas Sûresi, 56. 3- Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, s. 135.