İslâm âleminin en büyük problemi, sorgulayıcı ve mihenge vurucu olmayışıdır. Dolayısıyla, imam, lider, önder şahsiyetleri “layüsel” kabul edip yanlışlarına dahi ses çıkarmama gerçeğiyle karşı karşıyayız.
Beşeriz şaşarız, nisyan ile (unutkanlıkla) ma’lûlüz.
O halde, yanlış yapanlara nasıl yaklaşmalıyız? Halbuki, “Emr-i bil-ma’ruf nehy-i an-il-münker, yani, “doğru, iyi, güzel, hakkı emretmek; kötü, yanlış, çirkinden men etmekle” mükellef değil miyiz? (Lokman Sûresi, 17)
Peygamberimizin (asm), “Bir kötülüğü gördüğünüzde elinizle, elinizle düzeltemezseniz dilinizle, dilinizle de düzeltemezseniz kalbinizle buğz edin. Bu da imanın en zayıf derecesidir.” (Müslim, İman, 78) direktifini yerine getirmeye çalışmalı değil miyiz?
Namazda bile yanlış yapan imama uyulmaz! Öyle değil mi? Meselâ imam, namazda yanlış okursa, arkadakiler doğrusunu hatırlatır!
Meselâ, namaz kıldıran fazladan secde yaparsa cemaat ona uymaz, bekler. Namazda bile hata yapan, yanlış okuyan imam düzeltilirse, nerede kaldı ki, siyasî, ekonomik, idarî yanlışlar yapanlar düzeltilmesin?
Bununla da mükellefiz zaten: “Ma’rufa sarılın, münkerden de kaçının!” (Ebu Davud, Melahim 17/4341) diyen Peygamberimiz (asm), mealinin bir bölümünü aktardığımız yukarıdaki âyeti, şöyle de tefsir eder:
“Hayatımı kudreti elinde tutan Zat’a yemin ederim ki, ya ma’rufu emreder, münkeri yasaklamaya çalışırsınız veya Allah size, tarafından bir azap gönderecektir. Sonra siz O’na duâ edeceksiniz, fakat duânız kabul olunmayacaktır.” (Tirmizi-Riyazüssalihin-173)
Bir kelâm-ı kibarda ifade edildiği gibi, “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytan” değil midir?
Yanlışlara ve zulme seyirci kalmak, “ma’rufu emretmemek, münker’den nehyetmemek” de bir zulüm değil mi?
Sorgulama ve şeffaflığın olmadığı yerde suiistimaller ayyuka çıkar ve ekonomi çöker!
Şeffaflık, sorgulama iman, ihlâs ve hürriyet / demokrasi ile olur. Zira, hürriyet imanın özelliğidir. İhlâs ise, yalnız ve yalnız Allah’tan korkmak ve Allah rızası için ve samimane -kendini işine vererek, işinde fani olarak- çalışmaktır.