Sebepler dairesinde yaşarken, kimimiz göremediği, sırrına vâkıf olamadığı gayb âlemi ve sakinleri ruhanîlerle irtibat kurmayı aklına sığıştıramıyor.
Acaba aynı anda birçok yerde görünmek, değişik işler yapmak imkân dâhilinde mi?
İnsanlık tarihi boyunca peygamberlerin mu’cîzeleri ve velilerin kerametleri, saf, duru kalplilerin olağanüstü hallerinin mümkün olduğunu gösteriyor. Metafizik âlem ve sakinleriyle irtibatın sırrı, ruhumuzun gayb âlemi unsurlarından terkip edilmesi ve yansıma kanunu ile açıklanabilir.
Bedenimiz, tuğlaları maddî âlem element, toprak, ağaç, güneşten ruhumuz ise mânâ, gayb/metafizik âleminin lâtif enerji boyutlarından özetlenerek inşa edildi. Bedenimiz maddî âlem, ruhumuz/duygularımız hafızamız, hayalimiz vs. ruhanî âlemlerle (levh-i mahfuz, misal âlemiyle) bağlantılıdır. Hangi yönümüzü işletirsek, o hususta mesafe alırız. Nefsimize, midemize ağırlık verirsek maddeye, ruh/duygu ve kalbimizi işletirsek o âlemin özellikleriyle hemhal oluruz.
Ruhî tekâmül ve yansıma kanunu gereği gayb/metafizik âlemlerle irtibat kurup metafizik boyutlara geçmenin mümkün olabileceğine dikkat çeken Bediüzzaman, üç çeşit yansıma kanunundan hareket eder:
1- Yoğun maddî şeylerin yansımaları: O akisler aksedenin aynı değil, onun dışında bir şeydir. Yansıyan cansızdır, şekilden başka hiçbir özellik taşımıyor. Siz, tek başına yüzlerce aynanın bulunduğu bir mekâna girdiğinizde yüzlerce kişisiniz; ama bu yüzlerce yansıma, görüntü, şekilden başka hiçbir özelliğe sahip değil.
2- Maddî nuranînin akisleri: Şu akis aynısı değil, fakat onun dışında da değil. Mahiyeti tutmuyor, fakat o nuranînin pek çok özelliğine sahiptir, onun gibi canlı sayılıyor.
3- Nuranî ruhların yansımaları: Şu akis, hem canlıdır, hem aynısıdır. Fakat aynaların kabiliyeti oranında tezahür ettiğinden, o ruhun gerçek mahiyetini tamamen tutmuyor. Meselâ Hazret-i Cebrail (as), Dıhye suretinde Peygamber’in (asm) huzurunda bulunduğu bir anda, huzur-u İlâhî’de, haşmetli kanatlarıyla Arş-ı Âzam’ın önünde secdeye gider. Hem o anda hesapsız yerlerde bulunur, İlâhî emirleri tebliğ ederdi. Bir iş, bir işe mâni olmazdı.