Hani; birkaç yazar oturmuş, içlerinden birinin yazdığı romanı, roman kahramanının özelliklerini tartışıyorlarken sohbet bir ara “gündelik” gerçeklere kayar. Roman yazarı dayanamaz; der ki: “Gerçeğe dönelim beyler; roman kahramanı ölsün mü; yaşasın mı?” Niye mi anlattım bunu? İşimiz dışında işlerle uğraşıyoruz da ondan... Kendi içimizi, işimizi düzene koyamadan; her şeye el atıyoruz; elimizde kalıyor. Umuma el atan umumundan mahrum kalır, demiş atalar; niye dediyse?
*
Dünya yorgun... Uykusuz... Aç... Susuz...
Yüz yıllık yorgunluğumuz; sofra başı şefkatli hallere muhtaç...
İp/inceldiği yerden koptu kopacak.
Birisi bir çığlık atmalı; duymalı dünya uyanmalı.
Bu hâl; hâl değil!
*
Eylül başladı.
Zulmün de bir sonbaharı, kışı vardır.
Hangi bahar, yaz gitmemiş!
Hangi zulüm payidar!
*
Eylül...
Gülü açılıyor ayrılıkların.
Yaz gölgeleri çekilip gitti.
Ölümün sarı rengine bürünmede âlem.
Vedalar çığlığın öteki adı mı?!...
*
Kimsiniz efendim, dedi. Çok meşhur olduğumu; Allah’ın beni tanıdığını söyledim; güldü.
Her şeyin sahibi bizi tanıyor, biliyor, görüyor, duyuyor... Çamuru çağla yapıyor. Kayısı yapıyor. Tanıma sırası bizde...
*
Hatırlatayım dedim: “Koltuklar fani; dostluklar baki...”
*
Diplomalıların dünyayı ne hale getirdiğini gördünüz; bu okulları bir mektebe kaydedin.
*
İşi baştan çözelim. Bunu konuşalım yani. Yanisi şu: kitaplara bandrol niye var? Katma değer vergisi niye var? Nerdeyse kitap okunmayan bir ülkeyiz. Bırakın kitapların yakasını.
*
Yalan söyleyecekseniz; önce insanlığınızdan {istifade edemeyeceğinize göre} istifa edin!
*
Ah, çok dağıtmışım kelimeleri;
Toplayayım derken;
Dünyayı ve kendimi!
*
Yok, yok; uzağız; yakın bildiklerimize bile...
*
Operasyon; Türkçesi ameliyat... Kanlı olur. O da bütün yollar denendikten sonra... İlle de “savaş” diyenlerin akılları kalplerinden ve hesap gününden çok uzakta... Önce yangın çıkarıyorlar; sonra üzerine benzin döküyorlar!
*
Dünya nereye gidiyor; bilen var mı?!... Dünya iflâs etti; gören var mı?!... Diplomalılar dünyayı kararttı. Bir şeyler değil; çok şeyler ters gidiyor!
*
Şu kısır döngüler bitmeden; huzur döngüsü gelmeyecek dünyaya!
*
Dostluk; düşmanlıktan iyidir.
*
Saman alevi; zaman alevine dayanamaz.
*
Yok, yok; farkında değiliz; Bodrum’un yarısı “kaçak” çıkmış! Bu belliydi de... ülkede ne kadar kaçak yapı, iş güç, eğitim, fabrika var acaba?!... Bir de bunun tesbiti yapılsa!
Çok zaman kaçak yaşadığımızın tesbiti de yapılsa; tarafımızdan...
*
Kravatlı adamların idare ettiği dünya; aç, susuz, perişan, kan, gözyaşı...
*
Gördünüz:
Paralarınız fakir...
Diplomalarınız cahil...
Yaralı berelisiniz;
Allah aşkına; siz nerelisiniz?!...
*
Basının yasını tutsun birileri! Kâğıt olduğuna bakmayın; çoğu naylon...
*
Unutulan bir şey değilse; aşktır o.
*
Tiyatro bir hayattır ve orada rol yapılarak oyun oynanır; hayatta bir tiyatrodur ve rol yapılmadan oynanır bu oyunda baş rolde sensin.
*
Duyalım diye;
Şarkılı geliyor mevsimler!
*
Savaşa karşı çıkmak; ucuz politika, imiş! Ama savaş da çok pahalı politika...
*
Aynacı Amca!
Bana beni gösteren bir ayna verebilir misin?!...
*
Daha yaşarken; ölmüştür de;
Yaşamak rolleri giyinir;
Ya bol gelmiştir ya da dar!
*
Ben zor yolu seçeyim: sevgiyi... Siz kolay yolu seçin: nefreti...
*
Eğitim sorunlu; bir de zorunlu!
*
Bir de şunu görüyorum; taraftarlıkların haksızlığı örtme gayretkeşliğini. Hakperestleri tenzih ederek...
*
Dünyaya nizam vermeye kalkanlar; heey! Dönüp de bakın göstermelik otobanların, sıkıntı ve kibir katlı binaların arkasına; ağlamadan ayrılırsanız aralarından, sizi tebrik için gelmek isterim. “Asgarî hayat”la yaşamak rollerindeler. Gitmeseydim de bu bayram görmese miydim fukaralığın gözyaşlarını. Yok, yok; iyi ki gitmişim; zalimleri mazlûmları daha bir ayırdım.
***
Ali Hakkoymaz notu:
Kulak misafirliğine dâvet...
Keyf\ince Lügât saatleri:
Gündüz: 17:00...Tekrarı: 21:30...
İstanbul Bizim Radyo... 104:4...