Uyandığın her ân sabahtır.
İşin yokken yaşa bari; başına işler açılınca yaşayamayacaksın.
«
Bütün okulları bitir; binlerce cilt kitap oku; kendini okuyamadıktan sonra; cehalet sende saltanat kurmuş demektir.
*Adalet bu; geç kalmaz; vaktinde gelir. Geç geldi, diyorsak; onun saatiyle bizim saatimiz ayrı olduğundandır. Hak ile haksızlık ayrıl[a]mıyorsa; orada daha ikinci mevzuya geçemezsiniz.
«
Bi’ kaç damla bulut...
Bi’ kaç damla aşk...
Gökyüzüne mi taşınsak!
«
Bir diş ağrısı gibi...
Çoktan çürümüş zamanların zonkladığı;
Hatıraların hatırlandığı {olur mu!}
«
Susturma, bırak, konuşsun. Öyle kelimesi çok (konuşabilen) varsa; daha ne istiyorsun! Konuşanı susturursan; başka şeyler konuşur. Su içene yılan bile dokunmaz denir. Konuşmak su içmekten beter bir şey mi ki de ikide birde “sus!”lanıyoruz?!
«
Hakikatle yalanı ayırmak mı istiyorsunuz; hakikat ağırbaşlıdır.
«
Ah, ne çok unutuyorum;
Bir ândan ötekine yolcu olduğumu!
«
Haydi diyeyim: Burada eline bakarlar; ötede kalbine... Yani oraya kalbini götüreceksin. Buradan pırıl pırıl bir kalp götürmediysen; pişmanlığa hazır ol!
Yunus Emre’nin şu, cahili tarifini öğrendikten sonra, etrafınıza bakışınız değişecek; göz, kulak vereceğiniz yüzler, sesler azalacak. B/ayıldığım Yunus işlemelerinden... Cahilin kuvvetli tariflerinden olsa gerek:
“Nice yumşak söylese;
Sözü savaşa benzer.”
«
Eşitliğin, şefkatin, hürmetin olmadığı yerde hürriyet de olmaz, demokrasi de... Hak, hukuk, adalet topluma sinmezse; toplum siner.
«
Derdin yoksa dert çok; derdin varsa dert yok!
«
Ülkede üniversite, okul dolu da... orada cihanşumül/evrensel seviyede, kim ne der korkusu taşımadan, ders verenleri içten içe tebrik ediyorum.
«
Bir sürü kitaplar okumuş;
Kâinattan, sahaftan...
Bakmış ki kendisi de bir kitap;
İndirmiş kendini raftan!
«
Devlette kâğıtlara imza atarsın; bu resmiyet... Özel sektörde hayata imza atarsın; bu da ciddiyet...
«
Konuşulanlara kulak misafiriydim.
Biri, hiçbir şeyde acele yok, dedi.
Araya girmişim ne bileyim:
Acelede bir şey yok, diye!
«
Okullar kim daha cahilse onlara mı diploma veriyor ki hani ne Almanya ne Güney Kore’yiz; biz neyiz?!... {Ölüm çok ciddî bu arada; resmiyet para etmiyor.}
*Yaşamak heyecanı yerini yaşama korkusuna bırakmışsa... orada kokuşmuşluk çoktan başlamış demektir. Dünya, dünyaya sığmıyor!
«
Dünya bin türlü çağırıyor;
Ne zaman gitsem başı kalabalık;
Kendime dönüyorum!
«
Anne! Bıktım ama!
Doğduğumdan beri;
Aynı trajikomik tiyatro!
«
Ya hakikatin sözü geçiyordur ya da zulmün; başka yol var mı!
«
Doğruları söyleyemeyeceksen; sus!
«
Konuşmak; kâinata uyum sağlamaktır. Konuşmayı beceremiyorsan; susmayı dene; konuşmak kelime, cesaret, diksiyon, hitabet ve saire ister.
«
Yollar kısaldı;
Hal hatır soruyor muyuz hayır!
Telefon, internet vesaire...
Daha bir uzuyor gibi işlerimiz!
Arabamız, elbisemiz, evlerimiz...
Pırıl pırıl...
Gözlerimizin içi gülmüyor!
Azarlar gibi bakıyoruz!
Sizin oralar böyle değilse;
Mesele yok!
«
“Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar.” Tek dişiyle insanlığa diş biliyorsa... Bu medenî geçinenlerin kimliğini tanıyalım o zaman!
«
Bir terslik var gibi...
Aceleyle düşüyoruz yollara;
Hiç acelesi yokken hayatın!
Sakin doğuyor güneş.
Ay sakin büyüyor.
Sakin uyuyor çocuklar.
Meyveler sakin olgunlaşıyor.
Zamanını bekliyor her şey!
«
Cehalet... Gaflet... Rahata düşkünlük... Ve zehir bunlar.
«
Huzur; ayna/da; huzur/u görür!