"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Çocukluğum: Huzur ülkesi

Armağan Bahtiyar
13 Ocak 2017, Cuma
Fakirdik hem de ne fakir... Orhan Veli’nin şiiri gibiydik:

“Cep delik, cepken delik;

Kevgir misin be kardeşlik!” 

***

Çok da benimsemişiz bu fukaralığı... Üstümüzde çıkmaz bir elbise gibi dururdu/dururmuş! Bu nasıl bir çukur! Nasıl bir karanlık; bilememişiz. Sonraları farkına vardım ki birileri ekmeğimizi çalıyormuş. Ekmek aslanların da değil; çakalların ağzındaymış!

***

Elimize tutuşturulan okul kitaplarına da o uyuşturan, uyutan cümleleri, “örnek” cümle niyetine yazmışlar. Vecizeye (!) bakar mısın: “Ali yat, yat, uyu!” “Serpil ip atla!” Uyu ve oyna... Şinanay  nay... Oy, vay, ay! 

Plağı çevirelim; başkaları ne fısıldamış çocuklarına okullarında:

Japonya: Yaşamak için üreteceksin.

İngiltere: Geçmişini bilmeyen geleceği tayin edemez.

Almanya: Üretim ve hayat disiplinle başlar.

***

Yeter ki uyanmayalım. Birileri keyif sürsün. Kahrolası cehaleti; kitapla, san’atla, ilimle, tefekkürle geldiği yere göndermek yetkililerin akıllarına gelmemiş demek!

Sormak unutturulmuş. Kim yapmış bunları? Kimler, kimliksiz kalalım diye planlar yapmış? Bunları akıllı kalpli yazmamız, konuşmamız icap ediyor.

***

Siyah-beyaz o fotoğraflara bakalım mı biraz:

Yol yok, iz yok. Daracık sokaklar... Yine de çok sevdim o taş döşeli yolları. 

Mütevazı evler... Taştan, tuğladan, biriketten... Bir sırrı fısıldar gibiydi yanlarından geçerken. Ah, öylece kalsaydı o masumiyet! O evler, o yollar... Müze gibi... Açık hava müzesi... Adını duyunca tüylerimin diken diken olduğu ranta kurban gitti. Bir avuç o iç/öz şehir buldozerlerle ezilmemeliydi. O şiirli sokak lambalarına geceleri yağan karları unutabilir miyim! Kürünen karların yolları daha bir daraltması... Bir adam geçecek kadar ancak açılabilmesi... Eskimolar gibi kar tünellerinden geçişimiz... Hey gidi, hey! O günleri böylesi özleyeceğim aklımın köşeciğinden geçmezdi.

***

Dedem faytoncu... İki oda bir ev... Banyoyu, dahasını sormayın. Su, az ötede mahalle çeşmesinden... Bir yanda atlar öte yanda biz... Onların nefeslerine, kişnemelerine öyle bir aşina oldum ki... Onlar da ev nüfusuna kayıtlı... Aynı cümle kapısından girip çıkıyoruz. Benekli atımızı unutmuyorum. Bakışırdık, ha! Bir seferinde attan düştüm. Bir seferinde akrabamızın at arabasından... İlle de ata bineceğim, diye tutturmuş olsam gerek... Bir seferinde dişim öyle bir ağrıyordu ki... Bağdan şehre gelirken şoför mahalline geçtim. Arabayı sürerken ağrılarımın dindiğini hatırlıyorum. Dedemin faytonunu kullanıyordum; dile kolay!

***

Çekme katla evimiz ikişer kata çıkarılmış. Bizim odamızın altı mutfak... Bir tarafı ocak...  

Taş ve bakır kaplarda pişen yemekler... Bağdan getirdiğimiz yakacaklar... Çıtır çıtır ocakların musıkîsi... Atların ikinci katı kiler, arpa, saman ve saire... Çalıya / hevenge asılı üzümler... İplere bağlı kavunlar... 

***

Ah, analık dedikleri, fakat bize gerçekten babaannelik yapan dedemin ikinci hanımı Kadriye Ana... Üzerimizde öyle çok hakkı var ki... Helâl etmiştir mutlaka... Severdi bizi öz torunları gibi... 

***

Ufacık sofralar... Yağmurda üstümüze akan okulum... Sobalı evler... İnternet ne demek! Televizyon yeni yeni... Radyo eh işte! Mis kokan bakkallar... Cıvıl cıvıl camiler... Eski soba başlarını özledim. Kestane patlamalarını... Sobada çay demlemelerini, ıhlamur kaynamalarını, patates közlemelerini... Çok cici-tal / dijital olduk; kuru, kupkuru... Kim “kurdu” bu kuru, ruhsuz hayatı; saati dolmadı mı?!...

***

Ve işte tam burası: Yine de hürriyetli günler... 

***

Şimdi bu baş döndüren binalar... Marketler... Akla ziyan, israfı körükleyen AVM’eler... Kocaman yollar... Gel gör ki huzur gitti, huzur!

***

Evet, fakir ötesi fakirdik. Meselâ 1965-1971 arası; öylece kalsa mıydı?! Korkusuz zamanlardı. Böyle yüz göz değildik. Bir ciddiyet vardı. Utanmak arlanmak vardı. Komşuluk vardı. Şehirler köy gibiydi; olsun. Ekmekler kokuluydu. Elmalar kütür kütürdü. O susamlı simitler Cennette-n mi pişip geliyordu.

***

Hormonlu, karman çormanlı zamanlara düştük. Yollar, köprüler, barajlar çok yapıldı. Yapılması gerekiyordu. Fakat işi abarttık. Dikkatimiz kendimizden yani kalbimizden çok ötelere uçtu gitti. Eşya son sür’at solladı bizi. Evin, koltukların, arabanın, taksitlerin, kuru diplomadan öte bir şey vermeyen okulların, ufacık bir yerimiz ağrısa seni hemen ameliyata alalım, diyen, evhamımızı pekiştiren doktorların da esiri olduk.

***

Her neyse olanlar oldu. Ah ile vah ile bir çare bulamayız. Gönül köprüleri berhava olmuş; şimdi onları tamir edelim. Artık “insan” olduğumuzu hatırlama zamanı... Artık her şey ayan beyan... Artık birbirimizi kandırmaktan vazgeçelim. Artık herkes herkesi tanıyor. (Kimse kimseyi tanımıyor mu veya!)

***

Birinci önceliğimiz hürriyet... Bu insanlığa yakışan en forslu apolet... Doğuştan gelen bu armağanı yağmalamak; insanın kendisini yağmalamasıdır; şimdi çok çok olduğu gibi... Hürriyet normalleşmenin ta kendisidir. Ardından her şey yoluna girer. 

***

Ey insanlığı zora sokanlar! Hayatın bütün çivilerini yerinden oynatanlar! En çok neye inanıyorsanız; onun rızası için insanlığın yakasından ellerinizi çekiniz. Yoksa dünya herkese yaşanmaz hâle gelecek. 

Okunma Sayısı: 2134
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı