Hep zamanlar gelip çatmıyor;
Biz de çatıyoruz zamanlara!
Ve hatta zamanlar geçemez bizi;
Hep taze onlar;
Yaşlanan, eskiyen, dişleri dökülen biz...
Fakat şu ki;
Hep yüzü ak zamanların;
Düne, yarına takılmayı bırak;
Taptaze şimdiki zamanlara bak!
Ne çok öldürdün öyle;
Ellerin ne kadar kanlı...
Öldürdüğün zamanlar, ah!
Gül, her papatya, her bulut;
Taze zamanların habercisi...
Sessizce konar gözlerimize,
Ellerimize, adımlarımıza, kalbimize...
Cıvıl cıvıl bir çocukluk say!
Say aklı havalarda bir gençlik say!
Üzüntülerini, arzularını, hayallerini say!
Hepsinin üstünde zamanın damgası...
Durmadan savrulan, savuran zaman...
Onları kabzasında tutan var.
Ah, şu biz; ne çok unutan...
İplere astığımız zamanlar...
Uzanılmaz yerlere astığımız...
Astığımızı sandığımız belki de!
Sonra gelip gelip çatan zamanlar...
Bu dünkü Ramazan bu dünkü Haziran...
Ne dünkü Ramazan ne dünkü Haziran...
Bu artık yepyeni bir ân...
Dünkü çocukluğun dünkü takvimler?!...
Saat kaç, derdim; bir adam vardı.
Bakardı, güler miydi birazcık!
Biraz boş vermiş, biraz ermiş;
Şöyle bir bakardı bakmazdı saatine...
Güleceksiniz ama...
...adamın dediğine geleceksiniz:
“Dünkü bu zaman...” derdi.
Ne zaman sorsam, ha:
“Dünkü bu zaman...”
Dünkü bu zaman...”
İçinde kurmadığın zamanlar;
Seni çalmaz ki!