29 Erguvan/Nisan 2010
2 İğdeçiçeği/Mayıs 2010
Bir gölge miyim bir dağ başında!
İz bırakmadan gidecek miyim!
Eyvah, bir şarkıya durmuşken ağaçlar;
Ansızın bir yerde ölecek miyim?
Gülecek miyim bir papatya gibi!
Dökülecek miyim sular gibi yarlardan!
Dağlardan, ovalardan, ormanlardan…
Yollar, kokular gibi dönecek miyim!
İçimde yollar var... git git uzayan.
Hangi âlemlerde aradığım o kapı?
Kim avutur beni bu gölgeler gidince?
Gölgeler… ipekten ipek… ipince.
Anne, ben gidiyorum bana “Gölge!” diyorlar.
Değişen, hep değişen adım, kimliğim var.
Beni bulursun, bilirsin; adresim aynı.
“Benim” gölgelerde titrek, uçarı sevdalar.
Unuttum, giden gitti; gölge mi çocukluğum?
Unuttum, giden gitti; gölge mi gençliğim?
Unuttum, giden gitti; gölge mi yaşadığım?
Gölge mi anbean şu benden uzaklaşan?
Alnıma değen rüzgâr, mevsimler fırıl fırıl…
Gece gündüz kaç gölge değişir gözlerimde!
Sonra ben buradan, işte böyle gidince…
Sulara gölgeler, alnıma yıllar düşünce…
Bir Temmuz sıcağında, koyu bir gölge misin?
Bir serap gözlerinde uçuşan kelebekler.
Beni bir gölge bekler, her gece bir köşede!
Her sabah bir hikâye gölgene dair şeyler.
Sesinde bir gölge var; hep yutkunup durduğun.
Resminde bir gölge var; kara, siyah vurduğun.
“Dünya dedikleri bir gölgeliktir.” unuttuğun!
Ah, unutup hep unutup… gölgeleri tuttuğun!