"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Hayatın ve ölümün şifresini kaybettik

Armağan Bahtiyar
30 Eylül 2016, Cuma
Buralara gelmeyecektik. Kelimelerimiz bitmeyecekti. Hayatı hayat yapan şeyleri soldurmayacaktık.

Bir şeyler oldu. Önümüz karardı birden. Birden gözlerimizi kapattık. Kulaklarımızı tıkadık birden. Ne içimizin seslerini duyuyoruz ne de yakınımızdakilerin. Bir gürültü patırtının bir tufanın bir hortumun içine düştük. 

Sessiz konuşmayı da çığlık atmayı da unuttuk. Bize “sanal” şeyler oldu. 

Bir papatyanın, martının gündemi bizim gündemlerimizden çok canlıydı. 

Film mi koptu? Elektrikler mi gitti? Eskiden sinemalarda ses gidince: ”Makinist sees!” diye çığlıklar atılırdı. Sesimiz soluğumuz gitti. 

Oluk oluk acılar, gözyaşları akıyor sokaklarda, ekranlarda, manşetlerde... 

Birilerinin gözlerinin içine bakmalıyız. Biri bizim gözlerimize bakmalı... Yaşıyor muyuz? “Yaşamak” kelimesinin içinde olanlar, olacaklar ne? Bu gidiş nereye?

Biz nereye gidecektik; nereye geldik? Bazı diller niye geveze, bazıları niye ketum, bazıları  niye bu kadar dikenli? 

Yaşamanın “sanat” olduğunu söylüyorlar. Elbette öyle... Bir yaşamak var elimizde ve bu ne kadar müdahele; aldığımız verdiğimiz nefeslere, attığımız atacağımız adımlara! 

Bu müthiş bir savruluş. Bir zelzele... Bir dağılış... Bir çözülüş... Bir, bir, bir bu böyle olmaz hikâyesi... 

Dönüp dönüp aynı sokaklara gelmenin tarifsiz can sıkıntısı... 

Kitaba uzakların fotoğrafı düşüyor hayatın orta yerine. 

Yaşamayı unutalım mı? Gözlerimizi nereye koyalım? İşimiz bitti mi? Kıyamet mi koptu da haberimiz yok! 

İşte pencere önündeyim. Sonbahar yapraklarının vedasını seyrediyorum. Ayvalar, sıradayım, diyor. Narlar kızartıldı, güldürüldü. İşimizin başındayız, diyorlar. Bir konuşsalar; diyeceklerim var: “Bizim hayatımız niye böyle meyvesiz, asık suratlı; siz nasıl böyle gülümsemeli?” Bunları sormayı ne kadar isterdim. Sonra kumrular... İyi ki haberlerden haberi yok. Artık dayanılır gibi değil haberler. 

Yaşamanın bir yolu mutlaka var. 

Kitaplar her şeyi yazıyor. Kitapları tanısaydık; hayatımız “kitap gibi” olacaktı. Ayvaya, nara, kumrulara daha çok imrenecektik. Bana kitaplarını söyle; senin kim olduğunu...

Ne çok taş toprak olduk; tuz ekmek olacakken... Ne kadar gözyaşı, ne kadar ölüm, ne kadar zulüm olduk böyle! 

Her kafadan bir ses gelsin mi; gelsin. Konuşsun, açılsın, sorsun, sussun; sen söyle; o dinlesin. Muhatap olmak diye bir şey vardı. Muhabbet özüydü bütün işlerin. Muhabbet öldü mü?

Bakıyorum da hem yaşamayı unuttuk hem ölümü... 

Hayatın ve ölümün bütün kodlarıyla oynadık. 

Mevsimlerin, nefes alıp vermelerin, kuşları, yaprakları, yıldızları dinlemenin şifresini kaybettik. 

Yok öyle değil! Buralara gelmek için yola çıkmamıştık. Bu yol nereye gidiyor? Yolcular ne istiyor? Kaptan kim! Yolu, yolcuları, kaptanı hep yeniden sormak, sorgulamak adresin selâmeti açısından iyi olacak.

Okunma Sayısı: 1712
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı