"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Medeniyetin ölümü

Armağan Bahtiyar
17 Mart 2017, Cuma
Bu medeniyetin adını koydum:

İsraf Medeniyeti...

Köle Medeniyeti...

Oyalama Boyalama Medeniyeti...

Bir kere şehrin adı: Şehir!

Yayılmış demek yani...

Yani topla; toplayabilirsen!

Köy... dediğin bir avuç yer.

Gökyüzü ne kadar yakın öyle!

Kuşlar arkadaş gibi...

Yıldızlar kilerde asılı üzümler...

Herkes herkesi tanır.

Komşu!

Huuu!

Buyur ha buyur!

İşte bu!

***

Binalar, binalar, binalar...

Gökyüzü nerede kaldı?!...

Şiirin bir penceresiydi eski evler;

Kapılar, pencereler, yollar;

Sükûnet ülkelere açılırdı!

***

Şehrin masrafına yetişemezsiniz. İkide bir değişen kaldırımlara benim param yetişmez. İsraf içinde olduğumuzu, mümkün olsa da bu işle uğraşan arkadaşlar herkesin anlayacağı dilde-n yazsa! Doktorların ve bu para yani iktisat yani ekonomi konuşanların dilini anlamam. Dikkat ederseniz bu iki konu da dünyanın içinden çıkamadığı... Bu israf, milleti de devleti de kemirir. İsraf bu; şaka değil; kanserin ta kendisi. Önünü almamız gerekiyor. Yoksa yangından, zelzeleden, selden daha vurucu, öldürücü... Gereksiz üretim, tüketimi körükler ve bu daire-i fasidenin/kısır döngünün başımızı döndürüp bizi nereye savuracağını bilemeyiz. Bu fotoğraf, sade hayata örnek olsun istedim.

Ölçü birimi böylesine para mı olacaktı! Binalar gökyüzünü kapatacak mıydı böyle! Hep böyle dünya mı konuşulacaktı! Nasıl oldu da geldik buralara! Gazeteler her gün aynı türküleri mi söyleyecekti! Her tarafta emir komuta zinciri mi olacaktı! Biri yer; on’u bakacak mıydı! Çocuklar çocukluğunu yaşamadan mı yaşayacaktı!

***

Binalar şehirlere sığmıyor. Ve gökyüzünü kapattık. Beton yığınları nefesinizi daraltıyor. Bu durumları “medeniyet” kelimesiyle yan yana getirip de kelimelerin ağzının tadını bozmayalım. Havayı, suyu kirletmek medeniyet olabilir mi! Karmaşa deyin, hırs deyin, beton kirliliği deyin... de... medeniyet, hürriyet, adalet... demeyin! Kelimelerin adresini muhafaza edelim.

***

Artık dönelim bu çok uzak yollardan;

Bu adresler yabancı âşina değil yüzler!

Dönelim bu cehennem dâvetli bakışlardan;

Bu evler, bu sokaklar, bu sofralar yabancı...

***

Risale: “Dışı süs; içi pis...” diye fotoğrafını çeker bu medeniyetin. Bu binalar, vitrinler, baş döndüren teknoloji kapitalizmin amansız saldırısıdır. Zaruret (çok lâzım ihtiyaçlar) dışında açıldığımızda, sahile geri dönmemiz bizi sıkıntıya uğratmasın! 

“Beni dünyaya çağırma; ona geldim fena gördüm.” diyen Sözler’in müellifi, niye böyle dedi diye, biraz kafa yorsak...

***

Betonlaşma yarışından Mekke, Medine de nasibini aldı. Kâbe’nin hemen dibinde o şeddadî binaların işi ne?!...

***

Kafes Evler Esareti mi artık dünyanın geldiği nokta?

***

En, en şehirlerin az, hemen berisindeki (arka) sokaklarına dalsanıza arada bir de... görseniz “çağdaş” caddelerin “göstermelik olduğunu! Oraya buraya sıkıştırılmış/atılmış eşyalara ne kadar da benziyor arka sokaklar.

***

Ülkemiz yangından kaçarcasına şantiyeye döndürüldü, döndürülüyor. Her şeyi abarttığımız gibi; bu abartının da hakkını fazlasıyla verdik! Eviniz, arabanız hışır hışır toz... Lodos temizlik demektir. Önüne geleni elbet savuracak. Ağaçlardan oksijen taşıyacağına; inşaatlardan toz taşıyor! Çıkın bir tepeye; görün İstanbul’un ya da şehrinizin sizlere ömür halini! 

Ben isim buldum; bütün bu betonculara: Kıyamet İnşaat! Temellerinizi biraz daha derine atın; dünyaya daha sıkı tutunmak istiyorsanız! Bütün inşaatlarınızı toplasanız; bir Süleymaniye de etmez; neyin peşindesiniz! Yarım ekmek, beş zeytin için bu kadar ter niye dökersiniz! Öleceksiniz be! Yok, yok; bu uzun emelleriniz; öldürecek sizi! O zeytin-ekmeğin de keyfini süremeyeceksiniz! Hem kendinizi yoruyorsunuz hem de şehirleri toza çamura buluyorsunuz! Siz bilirsiniz; yaptırdığı köşküne giremeden ölenleri ağlaya ağlaya anlatıyorlar.

***

Evleri dayadı döşedi [me]deniyet; 

huzursuzluk ekip gitti.

İsimsiz hastalıklar serpeledi her yere.

Kuşları yuvasından etti.

Ağaçları kökünden söktü.

Güllerin kokusunu yok etti.

Naylon meyveler bıraktı sofraya.

Balın, şekerin tadı tuzu kalmadı.

Hastanelerin hastalık...

Okulların cehalet sattığı...

Yeşillerin beton perdelerle örtüldüğü...

Hayatın ve ölümün sıradanlaştığı kör zamanlar...

Ey [me]deniyet!

N’ettin böyle, ha!

Çağırma beni; seninle pahalı bir 

yolculuk bu;

Huyunu husunu sevmedim; 

Pamuk şekerinden, saman alevinden betersin!

Okunma Sayısı: 1658
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı