"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Merhume anneme sorular

Armağan Bahtiyar
27 Mayıs 2016, Cuma
Figüran neydi anne? Ağır dur, derdin bir de...

***

Dönüp dönüp aynı oyunları oynayanları görüyor musun anne? 

***

Oku, dedin okudum da diplomaların yanında bir de “torpil” diye bir “yardımcı diploma” olacakmış; bunu demiş miydin anne? 

Çünkü imtihanları kazanmakla da bu işlerin olmadığını öğrendiğimde “Dönülmez akşamın ufkundaydım; vakit çok geç!”ti. 

Şimdi bu saatten sonra başka bir terbiyen, telkinin, takvimin var mı anne?

***

Vergisini verip askerliğini yapan nicelerine vatandaşlık muamelesi yapılmıyorsa ve bunların verdiği oylar hiçe sayılıyorsa; adalet demek istiyorum adalet unutulmuşsa; tutacağım bir nasihatin yolun yordamın nedir, nasıldır anne?

***

Yalancıların, iki yüzlülerin, gıybetçilerin suratlarına bakmamak için; gözlerini nasıl kaçırdığını, suratını astığını biliyorum. 

Şimdi ben yüzümü nasıl ve nereye (kadar) kaçırayım; dört yanım yalan sarılı desem; denmez! (Suçlayıcı fotoğrafları, kendini övenleri sevmezdin.) 

Fakat derdimi anlatmakta zorlanıyorum. Yani bir yol öğretsen bana; yalan yanlış haberlerin, habercilerin nasıl uzağı olsam?

***

Bir vasiyetini muakkiplerim ile paylaşmak istiyorum: “Sigarayı terk et; namazı terk etme!” derdin. Sözlerin kulağımda küpe hâlâ... 

Bir şeyi merak ediyorum; nasıl oluyor da senin sözlerin unutulmazlanıyor? 

Bunun sırrı neydi ki böyle bize tesir ediyor; taa içimizin içine işliyordu? 

Duâlarımdasın annem! Bir de şu huşu ile kıldığın namazların sırrından haber versen; bir gece rüyalarıma girsen de...

***

Annem, Canım Annem, Sevgili Annem,

12 Eylül’ün olduğu günlerdi. {Ülkemiz darbelerden geçilmiyor ya! Darbe enflasyonu var ya...}

Her anne gibi sen de çocuklarını sevdiğin için, ‘oğlum şu kitapları bir yerlere kaldırsan’ diyordun. Sakladık mı öylece kaldı mı pek hatırlamıyorum da... Düşünce, kitap, kalem, doğruyu söylemek niye suç olur ki anne?

Kelimelerden; kurşundan daha beter niye korkarlar anne?

Dönüp dolaşıp aynı yerlere gelmekten nevrimiz  döndü. İçimiz dışımız niye böyle yasaklara boyanır, dolanır anne? Yasaklar niye bunca geçilmez, bol, adım başı, satır başı anne? Niye, niye, niye? 

Bunun niye böyle olduğunu bilirdin de pek açmaz; susardın anne? 

Evet niye anne?

***

Onunla bununla ilgilenince, dedikoduya dalınca ‘otur da işine bak, kendi derdine yan’, diyelenirdin. Gıybetten nefret ederdin. ‘Toprağın altı var’, derdin. Tek başımıza hesap vereceğimizi hep söylerdin. 

Hakikaten içimden her uzaklaştığımda senin gözlerine bakardım; sen işine bakardın.

İçimize yolculuğun sırları neler ve oraya nasıl gidilir, anne? 

***

Senin dünyayı terk ettiğin zamanlardan bugüne çok şey daha bir tanınmaz oldu. 

Yalancıları ne kadar sevmezsen; onlar o kadar çoğaldı.

Rol yapanlarla gerçek adamları; çok konuşmadan; gözlerinle anlatırdın. Onlardan uzaklaşmamı isterdin böylece. Her şey essah olsun isterdin. Bu nasıl bir ferasetti!

Konuşmaya değil; işe, neticeye bakardın. ‘Onun öyle konuştuğuna kulak asma’, derdin. 

Nasıl böyle saf kalabildiğini soramadan gittin, işte!

***

Besmele ile öyle bir yakınlığın vardı ki şaşar kalırdım. Evde, yolda sık sık o içten çektiğin Besmeleleri duymayı öylesine özledim ki... Bu sonsuz sırrı her nefeste açık edişinin sırrını da soracaktım; yaşasaydın. Bunları ömrüm olursa anlatmaya devam edeceğim. Biliyorum; sen hep bir sır gibi yaşadın. Belki bunları yazıp sırlarımı ele veriyorsun, diyebilirsin. Fakat bu sırların ara/la/nması iyidir anne. İzin ver; duâya vesile olur sevgili annem!

***

Şimdi aklıma geldi! Çok ve boş konuşanlara “lavgar” derdin. Tahmin ediyorum “lâfkâr” dan gelme/bozma bir kelime... Lâf işçisi... Yani lâfından başka işi olmayan gevezeler için bir etiket...

Şimdi bu lavgarlar öylesine çoğaldı ki... Ben de senin gibi yapayım o zaman; çekip gitmenin yollarını arayayım bir ân önce “kötü bebe”lerin olduğu yerden. {Bana, “kötü bebe”lerle konuşma, derdin ya!}

***

Çocukluklarıma karşı etraftan özür dilemek makamında, bak şunun yaptığına gibisinden: “Bu, büyümeyecek anam, bu çocuk!” diyerek suçlarımı silkelemek isterdin. Ve çok söyledin bana da: “Sen, büyümeyeceksin!” diye ki ve ondan olsa ki “çocukluktan” vazgeçemiyorum. Ne yapayım; etraf büyük adamlardan geçilmiyor anne!

***

Annem, çok tatsız zamanlardayız. Sen böyle durumlarda “Hasbünallah...” çekerdin. Ve bana kızınca da “Hasbünallah...” derdin. Sonraları ‘Dördüncü Şuâ’ ile tanışınca sevincimi, tebessümümü bir görseydin, anne! Dördüncü Şuâ’nın hatırına kabrin pürnur olsun annem!

***

Çocuk notu: Ortalık malûm ya... Derim ki Yeni Asya Neşriyat Dördüncü Şuâ’yı müstakil neşretse... Türkçe, Arapça, Amerikanca, Almanca, İspanyolca, Yunanca ve sairece... Dünyaya bir ân önce “İnsanca” dilini yaymak için kolları sıvamamız gerekiyor. Silâhları inine; kelimeleri dilimize indirmemiz için daha ne bekleniyor; bilemem.

Okunma Sayısı: 1703
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı