"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Patika ve politika

Armağan Bahtiyar
21 Kasım 2014, Cuma
Kapısına, istediğiniz soruyu sorabileceğinizi yazan... Gözünü daldan budaktan esirgemeyen bir adam...

Bu medeniyetten istifa ettiğini söylüyorsa; 
Bizim de istifade edeceğimiz bir şey yok, demektir. 
Yani sonuç olarak zarar ettiren bir me-deniyet... 
Daha ne denir ki! 

***

Dikenli koltuklarda...
Ömür boyu vadeli/taksitli evlerde/arabalarda oturanların gözlerine baksanıza! 
Borç harç yaşatan bir [me]deniyet...
Parasız kaldınsa gel, finalin [benimle] olsun diyen çığırtkan bankaların gölgesinden kurtar bizi ey Allah’ım!

***

Parmak hesabı hesaplar biteli çok oluyor;
Nedense; hesaplar daha bir şaştı. 
Hesaplar çok şeyi hesap ediyor da...
İnsanın “insan” yanını hesaplayamıyor.
Sonsuzluk arzularımızı çözemiyor, anlayamıyor veya es pas geçiyor!
Hesapsız zararlara atıyor bizi.
Bu kadar şaşma, şaşılık olur mu!
Ne aruz ölçüsü ne hece ne de serbest ölçü...
Ne klâsik ne modern ne de karışım...
Avrupa’yı -haydi- anlayalım! Demir dedi, beton dedi, teknoloji dedi; dediğini yaptı.
Amerika -çaktırmadan- Osmanlı’nın - tersinden- çok kötü bir kopyası. 
Dünya benden sorulur, diyor. 

***

Biz nerdeyiz?!...

***

İşi gücü dağlarda, hapiste okumak yazmak olan ve bu yazdıklarını hayatlandıran yekta bir adamdan istifade yoluna gitmemişsiniz.
Ölsün diye defalarca zehirlemişsiniz!
Oldu mu şimdi! Derdiniz neydi?!...
Hele çok tuhafıma gitmişti ve hâlâ gider ki o da şu: Bir seferinde biri atını, biri arabasını getirmiş ki birkaç dakika bir seyahat olsun. Sen tut bunun da hesabını sor; Cihan Harbi’nin anlı şanlı komutana, İstanbul işgaline talebeleriyle direnene: “At  kimin, araba kimin?” deyu...  Bu, deli pazarı değilse ne! 
Bir adam arkadaşlarıyla kıra çıkmaz mı? Gökyüzüne bakamaz mı! Ziyaretçi kabul edemez mi! 
Rus komutana -esirken bile- ayağa kalkmayan biri -sulh zarar görmesin diye- zorluk çıkarmadıysa; böyle mi davranmak gerekiyordu! 
Kitaptan, kalemden ve silâhsız bir adamdan korkuyorsanız; niye yaşıyordunuz ki?!... [Tarih- tarihçi bulursa- yazacak bunları. Yoksa bu da yeter; niye  zalimler üflüyor ve biz niye oynadığımız sorusunun cevabı olarak.]

***

Ve doluya koyuyoruz almıyor; boşa koyuyoruz dolmuyor; bir türlü!
Kaymak gibi yollar, otobanlar yapıldı.
Uçaklar uçurduk;
Tuhaftır; “mesafeler” uzadı!
Dosta, dostluğa hasret kaldık!

***

Bak; postacı gelmiyor, oldu.
Mektupların sıcaklığı nereye kayboldu?!...
En son o hangi hasretli, gözyaşılı [belki ucu da yanmış] mektupları hangi deri çantalı, yüzü, gözü gülen postacı götürdü?!...
Postaaa!

***

Yok, yok; çok şey verdik; çok az şey verdiler bize...

***

Son Padişah Vahdetdin sürgünde muztar kalınca mühründeki elmasları göndermiş mücevherciye...
Ve sahte olduğu haberi gelmesin mi taşların!
Saraya ta ne zamandan girmiş meğer [çöküntüyü haber veren] kurtlar.
Ve şimdi nelerimiz işte öyle sahte; farkında mıyız?!...

***

Sükûneti verdik; paldır küldür [kanserli] gürültü girdi içeri.
Bunca yıllık alfabemizi verdik; Lâtin/Lâdin abecesi aldık.
Patika yollarımızın sonsuza açılıp giden tefekkürlü sinemaları ne kadar donuklaştı öyle!
Her şey ne kadar çok; bereket niye yok!
Nüfuslar çok kalabalık; adamlar nereye kayboldu!
Yalan, hırs, hırsızlık, gevezelik, gevşeklik, cimrilik, riyakârlık, yüzsüzlük, tecessüs/casusluk, zekâtsızlık, misafirsevmezlik, kitaba yüz vermezlik, gösteriş, hız, şikâyet, acele, tatminsizlik, ümitsizlik, ille de bir karşılık beklemek, karşıdakini dinlememek, emek vermeden yemeğe oturmak, zahmetsiz rahmet istemek, duâya uzak durmak, adı konulmuş/konulmamış hastalıklarla dolup taşmak... nelerin karşılığı olarak gelip baş köşeye kuruldular?!...

***

Hey, biz çok çile çektik. Eski-mez evlerde oturduk.
Mahalleye eskiciler gelirdi.
Bakır kaplarımızı alır; yerlerine naylon, melâmin gibi abuk sabuk şeyler verirlerdi.

***

Sonra kepçeler geldi.
Evlerimizi, hatıralarımızı istediler.
Savaşlardan yeni çıktık çıkıyorduk.
Toz duman olduk. Bahçemiz, ağaçlarımız, gölgelerimiz, avlumuz, muhabbetimiz, sofalarımız, sofralarımız, kilerimiz, yüklüklerimiz, patlıcanlı, kabaklı o mis kokulu pekmezlerimiz, kavurgalarımız, ipe asılı kavunlarımız, hevenk hevenk üzümlerimiz...
Ne oldu, nereye gitti, nasıl, neden, neye karşılık?!...

***

Gecekondular sıcacıktı.
Bahçeleri, gölgeleri, meyveleri vardı.
Kim yıktı ve yıkıyor; onları?!...
Kaçak göçek diye yıkılırdı; hatırlıyorum.
Ya bu kat katlar...
Güneşimi, rüzgârımı kaçıranlar?!...

***

Uçurtmalar uçururken daha mı mutluyduk!
Şimdi de mutluyuz belki; o zaman bahtiyârdık. [Bahtımız yârdı.]
Konu komşuya gitmek kolaydı.

***

Bu benimkisi nostalji, gözyaşı vesaire değil. 
Her şeyi yakıp yıkmak pahasına, gözü dönmüşlük içinde dünyaya saldıranları, tarihi, tabiatı katledenleri gördükçe; içimin yangınlarını paylaşayım dedim.

Okunma Sayısı: 1694
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı