"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Şiiristanbul’dan Betonistanbul’a...

Ali HAKKOYMAZ
18 Ocak 2019, Cuma
Adım başı kocaman “tırtankerler” İstanbul sokaklarında...

Sebze-meyve kamyonları bile düne kadar şehre belli saatlerde girerdi. Ülkenin âcilen betonlanması gerekiyor da haberimiz mi yok! Şiiristan’ı nasıl da Betonistan yaptınız! Çok mu kızgınsınız Fatih’e ve İstanbul’a ki... ufuklarını, silüetini, Boğaz’ını bu kadar hoyratça heba ettiniz, ediyorsunuz? Mimar Sinan’dan daha Sinan mimarlarınız mı var!

*

İstanbul’un silüetini bozmakla başladık işe.

Arkası gelir gayrı!

Ne kaldı ki geriye!

Bilirim; para etmez silüet.

Bize “ekonomi” lâzım.

Ey eskimemiş; eski taşlar!

Çok ağır başlısınız, çok da yaşlı...

Biz telâşlı...

Anlaşamayız sizinle!

Tarihsiniz ve tarih olacaksınız!

Sizinle yeri gelince övünürüz:

Ceddimiz meddimiz deriz.

Acıkınca müşriklerin helvadan putlarını yediği gibi...

Suretini silüetini ey İstanbul!

Çatır çatır yeriz.

*

Uçaktan bakınca bile Yeşil İstanbul beton yığını artık. Çok felâket bir fotodram... Silüet milüet de kalmadı. Birbirine benzer binlerce şehir var da... Dünya’da kaç İstanbul var!  Bu satırları yazarken Sevgili İstanbul’un ruhuyla göz göze geldim; baktım, o da ağlamaklı, ama ümitsiz değil; Yunus gibi selâm söyledi: ”Bilmeyen ne bilsin bizi;/Bilenlere selâm olsun!”

*

Artık bedava yaşamıyoruz Orhan Veli;

Su bedava değil...

Hava almak için şehirleri terk ediyoruz.

Dağ deniz arıyoruz durmadan.

Vitrinlere yaklaşamıyoruz.

Senin İstanbul’un öldü.

Şiir yazıp para kazandığın Köprü de yok.

İstanbul para oldu, rant oldu, standart oldu.

Çok sert oldu bu düşüş.

Akbabalar üşüştü başına.

Çok pahalıya aldığımız İstanbul;

Bedavadan beton oldu!

Yollar İstanbul’u taşıyan kamyon oldu.

Bırak bedava yaşamayı Orhan Veli;

Nicedir yaşamayı unuttuk.

Rüzgârlarımızın yolu kesildi.

“İstanbul”u dinliyorum gözlerim kapalı...”

İstanbul İstanbul’a kapalı...

*

İstanbul bu yükü çekmiyor, çekemez. İstanbul şiir şehir... Sihir şehir... İnce şehir... İnci şehir... Sandık ki İstanbul kolay lokma... Yer bitiririz. Yıkar yükleriz. İstanbul çetin ceviz; öyle kolay değil... Hor bakanın, horlayanın boğazında kalır. 

İstanbul açların doyduğu; açgözlülerin aç kaldığı şehir... Nerden mi belli! Bu da ancak kalbi olanlara aşikâr...

*

Süleymaniye’de bir bayram sabahı...

Bir hâl oldu bana.

Oturup ağlamak istedim.

Ezildim yüzyılların bana/ki sitemine.

Üzüldüm; onlar niye öyle ben niye böyle?!...

Camide, avluda, bahçede gezindim.

O sabah kâinatın özetini gördüm, orda.

Anlat, deseniz; anlatamam öyle!

Ecdadın kelimeleri yok ki bende!

Duygulandım, hayıflandım, doluktum o sabah.

Yolda, Süleymaniye’de Bayram Sabahı’nı okuduk.

Bahçede, Fetih Nesli’ni Muhsin Demirel’in.

Oturdum Sinan’ın, Süleyman’ın duvarına.

Bir bayram sabahı siz de gelin.

Kısmetse... okurum yine bu iki şiiri.

Ağlaşırız; rahmet olur belki.

*

Bir şeyler yapmalıyız. İstanbul can çekişiyor. İstanbul’un “İstanbul’a” ihtiyacı var. Meselâ İstanbul’un meydanları, meydandan çekildi; iyi mi! Nerede Üsküdar’ın meydanı? O meydandaki Osmanlı çınarları?! Meydanı olmayan şehirlerin ufku olmaz, diyorlar. Meselâ Osmanlı çeşmelerinin çoğu niye akmaz? Yolları, binaları titreten kepçelerin, yollara sığmayan inşaat tırlarının açık hava müzesi İstanbul’da ne işi olabilir; İstanbul’u İstanbul’dan uzaklaştırmaktan başka!

*

İstanbul yağmur...

İstanbul ikindi...

İstanbul gri bulutlar şimdi...

Bir şeye küsmüş gibi...

İlgisiz kalmış gibi...

Biraz gözyaşı gibi...

İstanbul; ne zaman baksam;

Benim aynam gibi...

*

Bu kadar hafriyat kamyonu...

İstanbul’a yakışmıyor mirim!

Ve durmayan inşaatlar...

Yaşamaya vakit kalmayacak mı!

Gidin yeni şehirler kurun.

Durdurun bu homurtuları artık!

Her şeyin bir “raconu” var.

Gelecek rüyalarına dalarken...

Şimdiki zamanları kararttık.

*

Bir yağmur gibi

Giyindim İstanbul’u...

Akşam kuytu köşelerine,

Sığınır gözlerimin.

Şiiryağmurlu, yağmurşiirli bir İstanbul... 

Ne çok şey yakışıyor bu şehre! 

Ümit, ne çok yakışıyor!

Yaşamak yakışıyor bu şehre.

Tarihi, bir rozet gibi takıyor yakasına.

Ne çok adı var bu şehrin!

Sığamamış Konstantin’e;

Dersaadet olmuş, Mülk-i Saadet olmuş...

Nefeslerin nefes olduğu...

Açların; şehrin tebessümüyle doyduğu şehir...

Âsitâne demişler; iyi etmişler...

Bütün sokakları sükûnet ve huzurmuş.

Şimdi dalarım  yine ara ara...

Kepçelerin girmediği sokaklara.

Duâlar ederim; buralar unutulsun diye...

İstanbul bilmezlerin elinde;

Delik deşik edildikçe;

Bilseler perişan olduğumu!

Yok; bilmezler.

İstanbul ölürken ölmez onlar.

Fatih’in vasiyetini, dilini bilmez onlar.

İstanbul’a yağmur yağar, ben ağlarım.

Ben ağladıkça İstanbul’a yağmur yağar.

Kim anlar İstanbul’u kim anlar?!...

Yine de çok şey yakışıyor bu şehre;

Gökkatlı apartmanlar; yakışmıyor nedense!

Ha, gururu sevmez bu şehir;

Süleymaniye ne kadar mütevazı...

Hasılı, yaşamak yakışıyor bu şehre;

[Ruhları ölmüşler; bahs-i diğer...]

Okunma Sayısı: 1509
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Said Yazar

    18.1.2019 15:40:43

    Birbirinden güzel yazılarınız için binlerce teşekkürler ve tebrikler. Daha sık yazılarınızı bekliyoruz, selamlar ve dua ile

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı