Defne ağacından geriye, yaprağından tohumuna… kokusu kalıyor.
Gölgesinde oturmuştun bir de… Keyfine diyecek yoktu da… Senden geriye kalan, kalacak olan ne?!
***
Yaşamak yaşındayım!
***
Sıyırıver “pencerendeki/gözlerindeki” perdeyi; sor/ma bana nerde/yi…
***
“Gözlerini benden kaçırma!” diyor, şu çocukluk fotoğrafın. Cesaretin var mı?
***
Sürekli kaçıyorsun! Her seferinde yakalanıyorsun! Nereye kadar bu kovalamaca, bu aldatmaca?
***
Osmanlının torunu ol; dünyanın nerdeyse bir numaralı “sorunu” ol!
Nasıl inanayım şimdi buna! Lütfen, buna/bana bir “izah” getir! Aah, getir!
Mizah mı bu yoksa, mizansen mi, dram mı, trajedi mi, komedi mi, bozuk bir melodi mi, bıkıp usandırma seansları mı?!... Adsız olamaz bu “oyun!” Benim rolüm belli; biliyorum; figüranım da… Elime vurup ekmeğimi alan/lar kim?!... Biliyorum da… Söyle(ye)mem!
***
Öğretmenlerimiz niçin uymazlar “müfredat” programına:
Birinci ders: Marifetullah…
İkinci ders: Muhabbetullah…
***
Yazmak, yazmakla başlar.
***
Yazmak, yüzmek gibi midir; yani “serbest” mi bırakacağız kalemi, kâğıdı… Atıp korkuları denize… Kelimelerle göz göze kulaç atmak öylece… Bu da (bir yol) olsa gerek!
***
Ara sıra sözlüğü ele alıp kelimelerin kapısını çalmak var ya… Herbirinin ayrı, tatlı misafiri olmak… Şimdi ben “nasıl” anlatayım bunu! Nasıl ha?!...
***
…şöyle bir şiir antolojisi karıştırmak… Belki de şairlerine bile bakmadan bazı zamanlar…
***
Çarçabuk unutuyoruz az önce alıp verdiğimiz nefesi… Çocukluğumuzu… Gençliğimizi… Çarçabuk siliyor bir rüzgâr bu dünya çölünde izimizi, İzi mizi…
Sordu, pencerenin önünde, dışarısını göstererek:
“Ne görüyorsun?”
Söyledi öteki: Evleri, ağaçları…
Biraz sitem etti soruyu soran, azıcık da kızar rolüne büründü; belli; dikkatleri (belli dikkatleri) üstüne çekmek istiyordu:
“Koskoca “Nisan”ı görmüyorsun, değil mi, dedi!
Böyle bir nişana nişan alamayan dikkatsizliğine bahar rüzgârı değmiş miydi acaba!