"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Can boğaza gelmeden...

Ali Rıza AYDIN
15 Ocak 2015, Perşembe
İnsanoğlunu celbeden, aldatan çok şeyden biri de mal hırsı; biriktirme çabasıdır.

Elbette ki, “başkasına bar olmamak için çalışmak güzelliktir, mertliktir”1 sözünde olduğu gibi, kazanmak; ne kendini ne de ailesini muhanete muhtaç etmemek; elindekinden tasadduk etmek hem vazife, hem ibadet, hem de güzel bir haslettir. Ama bu, hırs derecesine varmamalı; her türlü değerin önüne konulmamalı. 

Konulursa ne olur? 

Böyle bir yanlış tercih, insanın elini taatten gevşettiği gibi, tat alma duygusunu da yok eder. Çünkü kazandığını yiyemez, ikram edemez; bir gün olsun, kimsenin bir derdine merhem olamaz elindekilerin tükeneceği endişesini taşır.

Efendimiz (asm), bu durumu dikkate vererek, “kıyamet yaklaştı. Hâlbuki insanlar dünyaya karşı hırsını arttırıyorlar, Allah’tan uzaklaşıyorlar”2 buyuruyor.

Çoğu zaman düşünülmüyor ki, elde olanlar bir ihsan-ı İlâhîdir, bir ikram-ı Rabbanîdir… Zihinlere kazınmalıdır ki, mal-mülk birer emanet; bir gün olup,  elimizden çıkacak, veya biz onları terk etmek zorunda kalacağız.

Ebû Hüreyre’nin (ra) rivayet ettiği bir hadislerinde Peygamberimiz (asm) şöyle buyuruyor:

“En üstün sadaka, sıhhatin yerinde iken, dünya malına karşı aşırı istekliyken, zenginliği umup fakirlikten korkarken verdiğin sadakadır. Sadakanı can boğaza gelip de ‘Şu şey falanın olsun, bu şey filanın olsun’ diyinceye kadar geciktirme”.3

Hoca Efendi, şahit olduğu bir vakıayı, yani yukarıdaki hadisin günümüzdeki bir tecellisini anlatmaya başladı, bulunduğu kürsüden:

Görev yaptığı bir belde de, zenginliğiyle maruf bir zat, en çok sevdiği ve güvendiği  oğlunu  bir gün çağırmış, eline kâğıt kalem verip dizinin dibine oturtmuş: “Oğlum, artık yaşlandım” dedikten sonra, “Ben öldüğüm zaman elimizde bulunan malımızın şu kısmını, şu kimseye; şu kısmını, filana; şu kadarını, şuradaki hayır kurumuna; şu kadarını, filan fakir kimseye; şu miktarını şuna, şuna, şuna…” vasiyetteki taksimat listesi hayli kabarmış. 

Söylenenleri sessizce dinleyen, dikkatle not alan oğul, yazılacaklar bitip son nokta konunca, elindeki kâğıttan başını kaldırarak, “Baba, sen vefat ettiğin zaman, vallahi de billahi de bu söylediklerinin hiçbirini yerine getirmeyeceğim” demiş. Beklemediği bir cevapla karşılaşan baba, “Nasıl olur oğlum? Sen benim en güvendiğim evlâdımsın, şöylesin, böylesin” dediyse de, oğlu, “Baba! Şu an hayattasın. Kime ne vermek istiyorsan, çağır, kendi elinle ver” demiş. Adam bir süre sessiz kalmış, biraz düşünmüş ve sonunda; “Oğlum, galiba haklısın’ demiş ve listede adı geçen kişilere, kurumlara ne verecekse, teker teker çağırmış; vereceğini, bizzat kendi eliyle vermiş”. 

Bu bahtiyar insan, bir peygamber tavsiyesini -bilerek ya da bilmeyerek- birebir ifa etmiş eli tutar, gözü görür hâldeyken.

Ne mutlu değil mi?

Atalarımız boş yere söylememişler, “Ne verirsen elinle, o gider seninle” diye… 

Dipnotlar:

1- Said Nursî, Sözler, 29.
2- Camiü’s-Sağîr, 1: 364 (Hâkim’in Müstehrek’i).
3 -A.g.e., 1: 351 (Müslim, Zekât, 93; Müsned, 2: 231

Okunma Sayısı: 1537
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı