Millet iradesi, hür irade; yani demokrasi insanî bir iradenin, idarenin adıdır.
Demokrasiye karşı sadır olan kaba kuvvetin, nereden, kimden; niçin, kim için ve ne maksatla irtikâb edilmiş olursa olsun, asla mazur ve makul bir tarafı yoktur. Böyle bir teşebbüs dün de, bugün de, yarın da; nerede, hangi ülke toprağında olursa olsun haksızdır, hukuksuzdur, zulümdür.
Kine, kana, baruta, silâha; kaba kuvvete dayalı böyle bir davranış biçimi nezdimizde mualleldir, sakattır.
Bu, böyle biline!
Farklı frekans ve değişik üslûpla da olsa memleketimizde birçok ihtilâl ve ihtilâl teşebbüsü yaşandı. Memleketimizin ekonomik yapısını ve kalkınma planlarını yıllar sonrasına ötelemiş olmanın yanında; halkın istirahatını, maddî-manevî hayatını hatırı sayılır derecede sıkıntıya soktu.
Bugünkü ihtilâl kalkışması ise farklı bir mahiyet taşıyor. Gövdenin içindeki kurt beslenmiş, palazlanmış ve baş kaldırmaya cüret etmiş durumda. Hem de, sûret-i haktan görünerek!
Bunun, bu teşebbüsün hiçbir izahı ve makul mazereti yok. Kalkışmanın sebep olduğu sıkıntının boyutu ise, memleket sathını şamil.
Meselenin bize bakan cihetine gelince: Muazzez Üstadımızın gününden başlayıp, bugünlere gelen uzun bir zaman müddeti boyunca daima Hakkın tarafında olan, hakkı ve hukuku savunan demokrasi tutkunu, hürriyet meftunu Nur Talebelerinin; bilhassa Yeni Asya okuyucularının dert ve sıkıntısı hep süregeliyor; imtihanlardan imtihan oluyor.
Yani, dünya bize gülmüyor.
Cenâb-ı Hakk’a sayısız hamdü senalar olsun ki dünya ile, dünyevî hesaplarla kitaplarla, menfaat ilişkileriyle ve siyasetle iyi ki de bizi; biz, Yeni Asya okuyucularını barıştırmamış, bunlara bulaştırmamış.
Rabbimize binler kere hamdü senalar…
Her dönemin kendine ve şartlarına göre bir yapısı, bir yaptırımı elbette ki olacak. Bu, bu işin tabiatında olan ve devlete bakan cephesi. Bize, yani Yeni Asya okuyucularına bakan cephesi ise, hep olageldiği gibi, demokrasi ve hukuk kuralları çerçevesinde devletimizin yanında, hakkın safında yer alıp asayişe, nizama olumlu katkı sağlamak.
Risale-i Nur’un, bir cihette varlık sebeplerinden, hususiyetlerinden biri de bu olsa gerektir.
“Elimizde nur var, topuz yoktur”1 diyen Bediüzzaman; “Şeytandan ve siyasetten Allah’a sığınırım”2 sözüyle de siyasetin, Nur Talebelerinin işi olmadığını kendi şahsında ifade ederken; saff-ı evvel talebelerine ve de bizlere bunu, zımnen tamim etmiş oluyor. Dolayısıyla biz Yeni Asya okuyucuları -birkaç kişisel tercih ve teşebbüs dışında- kurumsal ölçekte ticarî bir yapılanma ve siyasî yakınlaşmalardan hep uzak durduk.
Zaten bu şeyler bize iyi gelmiyor, sancı yapıyor.
Niyeti hâlis, gayesi hakkı tebliğ etme ve dolayısıyla bir gönül işi olan dinî hizmetler, manevî gayretler maksadının dışındaki konularla örtüşmüyor; onlarla, asla bağdaşmıyor.
Ezcümle: Dinse din; ticaretse ticaret; siyasetse siyaset; herkes, her kesim, her kurum kendi işine bakmalı ve maksadının dışına çıkmamalı. Yani, istikametinden sapmamalı.
İbrahim Hakkı Hazretleri’nin “Hak, şerleri hayreyler…” sözünden hareketle, yaşananlar “milât” olur ve âhiri, inşaallah hayırlara tebdil olur.
BAKIŞ AÇISI
Maksat Hakka sülûksa, o, dâvâdır; can kurban.
Matlub, halkta şukuksa; bunda, ziyanda insan!
A. R. A.
Dipnotlar:
1- Said Nursî, Emirdağ Lahikası, 42.
2 -Said Nursî, Şualar, 426.