"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Enaniyet, azgınlığın anası!

Ali Rıza AYDIN
18 Şubat 2016, Perşembe
“İnsan her cihetçe kendini müstağni / ihtiyaçsız hissettiği zaman azgınlaşır.”1

Evet… Rabbimiz böyle buyuruyor.

Sadece kendi yaptıklarının, sahip olduklarının doğruluğuna itikat edip başkasını kâle almamak, hatta hayat hakkı tanımamak koyu bir enaniyetten; bir karış havadaki burnun, şımartılmış bir nefsin gururundan başka nedir?

Buna ister malın, ister makamın, ister ilmî rüçhaniyetin varlığı sebep olsun fark etmez, neticeyi değiştirmez.

Bencillik ya da egoistlik de denilen enaniyet marazına müptelâ insan, sahip olduğu pozisyonun kendisine verdiği aldatıcı bir cesaretle, esasen farkında olmadığı hamâkatle mütemadiyen “ben ben” der, başkasını; başkasının işini gücünü, yazmasını çizmesini, san’atını, maharetini zor beğenir, hatta hiç beğenmez. 

Böyle kimseler, âlem üzerinde câri olan teavün düsturundan müstağni olduğu, hemen her şeyin üstesinden gelebileceği zehabıyla insanlara daima tepeden bakarlar.  

İşte bu hâl, işin tam kırılma noktasıdır. İblisin, Cenâb-ı Hakkın “Ben neyim, sen nesin?” sualine enaniyetle verdiği, “Ben benim, Sen sensin”2  cevabına benzer bir davranış biçimidir bu.

Bediüzzaman, “Şu asırda enâniyet o derece dizgini eline almış ki, çok insanlar birer küçük Firavun ve birer küçük Nemrud hükmüne geçmişler”3 diyor ve enaniyetinde ısrar eden Müslümanın, dinî duruşundaki mukavemetinin zayıflayacağını hatta bu surette dini de, kısmen terk edeceğini 4 ifade ediyor.

Çok enteresan bir tesbit! 

Abdülkadir Geylânî (ks) Hazretlerinin şu nasihatine bir bakalım: 

“Sakın yaptığın işlerde ve bulunduğun manevî hâlde kendi gücünü görmeyesin. Bu hâl kişiyi azdırır ve Yaratan’ın rahmet nazarından uzak kılar. Sakın sözünü dinletme ve kabul ettirme hevesine kapılmayasın. Önce temeli at, sonra üzerine binayı çık. Kalbini derin kaz ki, oradan hikmet pırıltıları fışkırsın, sonra ihlâs ve iyi işlerle o binayı yükselt. Bu işlerden sonra halkı köşke dâvet et.”

Dahası:

Hindistan’ın tefsir, hadis, fıkıh ulemâsından Abdülhak Dehlevî ise; “Ben yaptım, ben gördüm, ben söyledim diyen kimse, bununla enâniyetine işâret etmiştir. Akıllı kimse ben yaptım, ben gördüm, ben söyledim nasıl diyebilir?” sözüyle, enaniyetin bir cihette akıl tutulması olduğunu dikkate vermektedir.

Esasında enaniyet, bir bakıma, cehâletten beslenir. 

Mansur bin Ammar’ın tesbiti: “Cehâlet yolunda giden, adâlet yolunu bırakır.”

Dipnotlar:

1- Alak Sûresi, 6.
2- Dürretü’l vaizin, Osman bin Hasan el-Havbevî, s. 25.
3 -Said Nursî, Mektubat, 355. 4 - A.g.e. 422. 

Okunma Sayısı: 2013
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı