Başıboşluğun makul bir mazereti olmadığı gibi, boşluğun da kâinatta yeri yok.
Her şey bir nizam ve intizam dairesinde ve birbiriyle ilişkili bir hâlde! Bir mânâda her şey, her şeye karşı bir sorumluluk yüklenmiş. Özellikle insanın, bir diğer insana karşı mükellefiyetleri olduğu gibi…
Bu, ister fert, ister toplum ilişkileri ölçeğinde olsun; ister dâhilde aile fertleri nezdinde, ister gayra karşı; hatta ister insanın insana karşı, ister insanın hayvana karşı olsun, mutlak bir mükellefiyetlerle biri birine bağlıdır.
Her intizam beşerî kanunlarla belirlenmiş ve onu istiap etmiş değil ki. En nihayet, o kanunları yapan da beşer; dolayısıyla, şaşar.
Şaşmayan tek kanun, Allah’ın kanunu; O’nun vaz’ ettiği nizam, intizam ve bu yöndeki emirleri.
Eğer öyle olmasaydı, bir nizam, bir intizam gerekmeseydi; bir had konmayıp hürriyet sınırsız bırakılsaydı Cenab-ı Hak, ne semavî suhufları, ne de İlâhî kitapları gönderirdi beşeriyete. Çünkü intizam, bir nizamı gerektirir.
Halk ettiği mahlûkatın hakkını hukukunu ve istirahatını herkesten ve her şeyden fazla görüp gözetmektedir yüce Rabbimiz.
Nasıl ki bir koyun bile başıboş değil, hürriyet adına gayrın bağına bahçesine, tarlasına ekinine tecavüz edemez ve merada otlamak zorundadır; insan da, başkasının hakkına hukukuna, istirahatına, ibadetine, taatine; onun, haddi aşmayan konuşma, düşünce ve davranış serbestisine de müdahale edemez, tecavüz edemez.
Trafikte, seyir hâlindeki aracın, bir başka aracın önüne kırıp tehlikeye sokması ve onun yol almasını engellemesi nasıl ki hürriyet değilse; düğün yapma gerekçesiyle gece vakti, sınırsız zaman ve sınırsız ses desibeliyle çevreyi, konu komşuyu rahatsız etmek de hürriyet değildir.
Egzoz susturucusu açık bir araçla cadde sokak demeyip, gece gündüz demeyip; insanların uykusunu, hastasını düşünmeyip gürültü çıkararak ortalıkta tur atan bir kimse, “Hür değil miyim? Arabamı istediğim gibi kullanırım” diyebilir mi?
Bu davranışa “hürriyet” denilebilir mi?
Demek oluyor ki, herkesin her davranışında hür olması, hürriyet değil; hürriyetleri ihlâldir. Buna göre insanların, diğer bir insana karşı sınırları dinî hükümlerle ve beşerî kanunlarla belirlenmiş birtakım sorumlulukları var. İşte, bundan sonrası hürriyettir; kullanmak ise, ferdin hür iradesindedir.
“Hürriyette, insan her ne sefahet ve rezalet işlese, başkasına zarar vermemek şartıyla bir şey denilmez’ diye bize anlatmışlar. Acaba böyle midir?” diye sorulduğunda, Bediüzzaman; “Öyleleri hürriyeti değil, belki sefahet ve rezaletlerini îlan ediyorlar…” diyor ve son noktayı koyuyor:
“Hürriyetin şe’ni (icabı) odur ki; ne nefsine, ne gayriye zararı dokunmasın.” (Beyanat ve Tenvirler, 40)
Şunu, böylece bilmek gerekir ki: Dünyanın hiçbir ülkesinde insanlar, sınırsız hürriyete sahip değiller. Çünkü sınırsız hürriyet, insanî değildir. Dünyada cari olan bütün kanunlarda onlarca yasak vardır ve olmak zorundadır.
Toplum içinde, toplum düzeniyle yaşayan insanların hürriyeti, başkasına zarar vermeyecek sınırlarla çevrilidir. Çünkü: Diğerinin de, zarar görmeme hürriyeti vardır ve bunu asla unutulmamalıdır!